The mini gastric bypass procedure was first performed in 1997 by Dr. Dr., a trauma surgeon at the University of North Carolina Hospital. It was developed by Robert Rutledge as the first modification of the standard Billroth II procedure.
Accomodation
2-4 hours
Recovery Time
Follow-Up Visit
The mini gastric bypass procedure was first performed in 1997 by Dr. Dr., a trauma surgeon at the University of North Carolina Hospital. It was developed by Robert Rutledge as the first modification of the standard Billroth II procedure.
In 2018, IFSO stated that it accepted mini gastric bypass among the main surgical techniques, but requested that the name mini not be used and instead be called only Single Anastomosis Gastric Bypass.
Mini Gastrik Bypass mı Tek Anastomozlu Gastrik Bypass mı?
Tek anastomozlu gastrik bypass olarak da bilinen Mini – Gastrik Bypass, tüp mide ameliyatının bazı özelliklerini ve standart bir gastrik bypass’ı birleştiren bir prosedürdür. Uzun bir mide poşu oluşturulur. Daha sonrasında ise oluşturulan mide poşu ince bağırsak parçası ile birleştirilir.
Mini gastrik bypass cerrahisi, obezite cerrahisinden en sık yapılan ameliyatlardan biridir. Bu operasyonun asıl nedeni aşırı kilo nedeniyle diyabet, yüksek kolestrol ve yüksek tansiyon gibi hastalıkların tedavisidir. Daha önce gastrik band veya tüp mide ameliyatı geçirmiş ancak kilo kaybı başarısız olan hastalarda uygulanabilir.
Mini gastrik bypass cerrahisi için uygunluk kriterleri; Roux en y gastrik bypass ile aynıdır. Metabolik sendromu mevcut ve 35’in üzerinde VKİ’ye sahip hastalar mini gastrik bypass ameliyatına uygundur.
Primer ve revizyon mini gastrik bypass sayıları, diğer yöntemlere oranlara artış göstermektedir. Bununla birlikte ameliyat sayılarındaki artış oranı ise eşit değildir. İngiltere, İsrail, Mısır, İsviçre ve Avustralya yönteme çok daha hızlı adapte olurken, Amerika’da ise halen MGB’ye karşı bir önyargı söz konusudur.
5.IFSO Obezite Cerrahisi Veritabanı’ndaki (2019) bilgilere atıfta bulunan Prof. Dr. Almino Ramos, mini gastrik bypassın morbid obezlerde kilo vermede Roux-en-Y ve tüp mide ameliyatına üstünlüğünü gösteren kanıtlar bulunduğuna dikkat çekmektedir.
Ana akım obezite cerrahisi yöntemlerinden biri olan mini gastrik bypass sadece vaka sayılarıyla değil, araştırma ve yayınların sayısı açısından da giderek artmaktadır.
Mini gastrik baypassın teknik detaylarındaki anahtar noktalar ise şunlardır.
Minimal risk ve komplikasyonlarla gerçekleştirilen ideal obezite ameliyatı, kalıcı kilo kaybı sağlayarak, yaşam kalitesini iyileştiren yöntemlerden biridir. Bu nedenle mini gastrik bypass gerçekten de teknik olarak uygulanması kolay bir metod olarak öne çıkmaktadır. Gelecek yıllarda en çok uygulanan revizyon ameliyatı olması mümkündür.
Gastrik bypass ameliyatı sonrasında hasta ilk ay yaklaşık 10 – 15 kilo kaybetmektedir. Ameliyat sonrasında fazla kiloların verilmesinde başarı oranı tüp mideye oranla daha yüksektir. Her iki yöntemde de gıda alımı sınırlıdır. Ameliyattan sonra fazla kiloların ilk bir yıl içinde yüzde 75’i, ikinci yıl içerisinde de yüzde 80 – 90’ı verilmektedir. Fazla kiloların kaybıyla obeziteye eşlik eden hastalıklarda da belirgin düzeyde bir iyileşme görülmektedir.
İnsüline bağımlı morbid obezlerin tedavisinde mini gastrik by-pass yöntemi tercih edilmektedir. Özellikle diyabetik hastalarda tüp mide ve klasik gastrik bypass ameliyatına oranla daha etkilidir. Tüp mide veya mide küçültme ameliyatı olup yıllar sonra yeniden kilo alan morbid obez hastalarda genellikle tercih edilen yöntem mini gastrik bypass’dır. Bu hastalarda mini gastrik bypass işlemi son derece kolay ve komplikasyonu azdır.
Mini gastrik bypass; emilim azaltma etkisiyle Roux – en – y ile daha kompleks bir ameliyat olan biliopankreatik diversiyon arasında yer alabilecek bir ameliyattır.
Mini gastrik bypass (MGB) için hasta seçiminde diğer obezite cerrahisi yöntemlerindeki kurallar geçerli olup mini gastrik bypassın özellikle uygun olduğu hasta alt grupları bulunmaktadır.
Diğer obezite ameliyatlarıyla kıyaslandığında mini gastrik bypass en güçlü metodlardan biri haline gelmektedir. Mini gastrik bypass sonrasında en büyük kilo kaybı genellikle ilk yılda olur. Bu süre diliminde fazla kilonun yaklaşık yüzde 70 veya daha fazlası verilir. Literatür bilgileri kilo kaybının yavaşlamayla birlikte ikinci ve üçüncü yılda da sürerek plato yaptığını, 8 – 10 yılda ise fazla kilo kaybı oranının yüzde 75 düzeyinde kaldığını göstermektedir.
Birçok yayın, tüp mide ameliyatıyla kıyaslandığında mini gastrik bypassın üstünlüğünü göstermektedir. Kilo kaybı ve kronik hastalıkların düzelmesi anlamında mini gastrik bypass kesinlikle Roux-en-Y gastrik bypass ve sleeve gastrektomiden daha etkilidir. Daha metabolik bir ameliyat olmasından dolayı daha yüksek malnutrisyon riskine karşı dikkatli olunması gerekmektedir.
Obezite cerrahisinde en popüler yöntemlerden biri haline gelen mini gastrik bypass, tüm obezite ameliyatlarının yaklaşık yüzde 46’sını oluşturmaktadır. Mini gastrik bypass genellikle daha kolay ve etkili bir yöntem olmasından dolayı Roux-en-Y’ye tercih edilmektedir. Ayrıca süper morbid obezlerde uygulanması nispeten daha kolay, etkinliği ise tartışmasız olarak her iki yönteminde üstündedir. Vücut Kitle İndeksi (VKİ) 35’in altındaki hastalarda kilo kaybı ve metabolik komplikasyonların çözülmesi anlamında Roux-en-Y’ye benzer nitelikte başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Adolesanlarda ise mini gastrik bypass etkili kilo kaybı ve metabolik hastalıklarda düzelme sağlamaktadır. Tüp mide, mide bandı ve RnY bypassla kıyaslandığında orta ve uzun vadeli komplikasyonlara daha az yol açmaktadır.
Günümüzde geçerli bir obezite cerrahisi metodu olan mini gastrik bypassın metabolik hastalıklar üzerindeki başarısı kanıtlanmıştır.
Mini gastrik bypass ile tüp mide ameliyatı karşılaştırıldığında gerek kilo kaybı gerekse de Tip 2 diyabet başta olmak üzere hipertansiyon ve uyku apnesi gibi hastalıklarda mini gastrik bypass ile daha iyi sonuçlar alınmıştır.
Obezite ile reflü arasında paralel bir ilişki bulunmaktadır. Mini gastrik bypassta mide bağırsak bileşkesi; gıda ve mide sıvıları, safra ve pankreas salgıları gibi enzimlerin bir karışımıyla temas etmektedir.
Ağır reflü vakalarında pHmetri, impedans çalışmaları ve manometri gibi ileri tetkiklerle alt özofageal sfinkterin yeterliliğinin değerlendirilmesi uygun olabilir.
Mini gastrik bypass, düşük basınçlı bir sistemdir. Dolayısıyla reflüyle ilgili endişeler, eskiden olduğu kadar yoğun değildir.
Yaşam kalitesi fiziksel, mental ve sosyal durumu kapsadığından obez bireylerde belirgin şekilde düşüktür. Yaşam kalitesi verilen kilo miktarıyla direkt ilişkilidir. Bu nedenle mental durumdaki düzelme, depresyon belirtilerinin azalmasından özgüven artışına kadar çok yönlüdür.
Mini gastrik bypass diğer cerrahi yöntemlerle karşılaştırıldığında daha basit bir teknik ve güvenli bir ameliyat sonrasında yaşam kalitesinde anlamlı bir düzelme sağlamaktadır.
Obezite cerrahisinin diğer yöntemlerinden de olduğu gibi doğru hasta seçimi, hazırlık ve eğitim en iyi sonuca ulaşma açısından oldukça önemlidir. Hastalar öncelikle ameliyata uygunluk açısından kapsamlı bir şekilde değerlendirilmektedir.
Vitamin ve mineral düzeylerini de içeren ameliyat öncesi laboratuvar testleri mutlaka yaptırılmalıdır. Mini gastrik bypass öncesinde hastaların ameliyattan en az 6 ay öncesinde alkol ve sigara tüketimini durdurmaları gerekmektedir.
Uzun vadede mükemmel sonuçlara ulaşmanın en önemli koşulu hasta eğitimidir. Hastaların olacakları ameliyat hakkında detaylı bilgiye sahip olması, cerrahiden sonra neler yapmaları gerektiği konusunda bilinçli olmaları başarı oranını direkt olarak arttırmaktadır.
Yapılacak bütün obezite ameliyatları için de geçerli olan bazı kontrendikasyonlar bulunmaktadır. Bu detaylar;
Bariatrik cerrahide bazı göreceli kontrendikasyonlar ise şu şekildedir…
Doğru şekilde uygulandığında mini gastrik bypass oldukça güvenli ve etkili bir prosedürdür. Ancak tekniğin standardizasyonu zorunludur. Tekniğe uyulduğu takdirde olası komplikasyonlar yok denecek kadar azdır.
Laparoskopik yöntem ile mini gastrik bypass ameliyatı karın duvarına açılan 0.5 cm ile 1 cm’lik 4 adet delikten yapılmaktadır. Bu ameliyat sırasında zımba yardımıyla midede 15 cm uzunluğunda, 2 cm genişliğinde küçük bir mide poşu oluşturulmakta ve bu mide poşu ince bağırsakların 180 – 200 cm arasına bağlanmaktadır. Bu ameliyat sayesinde mide hacmi 1000 cc’den oluşturulan mini cep/poş sayesinde 50 cc hacme düşürülmektedir. Hastalar 50 cc gıda alımıyla bile erkenden tokluk hissedebilmektedir. Mini gastrik bypass ameliyatı sonrasında ağızdan alınan şeker ve şekerli gıdaların bağırsaktan emilimi engellenip, azaltılması suretiyle diyabet hastalığı ortadan kaldırılabilmektedir.
Mini gastrik bypass, tüp mide ve Roux—en-Y gastrik bypassın ardından dünyada en çok uygulanan obezite ameliyatı haline gelmiştir.
Literatürde mini gastrik bypass ile Roux-en Y gastrik bypassı karşılaştıran 3 randomize kontrollü çalışma bulunmaktadır. Lee’nin 2005’te yayınladığı çalışmasında 2 yıllık takip sonuçlarına göre mini gastrik bypassın daha az komplikasyona yol açtığı, iki yılda kilo kaybında anlamlı fark olmadığı, aneminin ise biraz daha fazla görüldüğü bildirilmiştir.
2019’da yayınlanan daha geniş katılımlı Ruiz – Tovar çalışmasında da ameliyat riskleri açısından anlamlı fark olmadığı ancak mini gastrik bypassın daha iyi kilo kaybı ve diyabet, dislipidemi ve hipertansiyonda daha iyi kontrol sağladığı belirtilmiştir. Aynı yıl yayınlanan Robert ve arkadaşlarının YOMEGA çalışması ise mini gastrik bypass ameliyat sürelerinin daha kısa olduğunu, erken komplikasyon oranlarının ise benzer olduğunu göstermektedir.
Güncel literatür mini gastrik bypassın daha kısa sürede yapılabileceğini, kilo verme ve metabolik yandaş hastalıklar üzerinde Roux-en-Y gastrik bypasstan daha yüksek etki gösterdiğini, bunun karşılığında ise daha fazla nutrisyonel komplikasyon ve anemiyle karşılaşılabileceği belirtilmektedir.
Mini gastrik bypass sonrası ameliyatla düzeltilmesi gereken uzun vadeli sorunla karşılaşılması riski çok düşüktür. Batın içine kanama durumunda klasik cerrahi metodlar ve tanısal laparoskopi altın standarttır. Akut marjinal ülser kanamalarında, sütüt ve omental flep kullanılabilir. Aynı şekilde gastrik pos kaçakları ve anastomoz kaçamakları da tüp mideden farklı olarak dikiş ve omental fleple tedavi edilebilmektedir.
Obezite cerrahisinin tüm metodlarında olduğu gibi ameliyat sonrası akut kanamalar en sık görülen postoperatif komplikasyonlardandır. Kanama çok şiddetli olmadığı takdirde konservatif olarak kan transfüzyonu ve takiple yönetilebilmektedir. Bu durum bazen de endoskopik metodlarla çözülebilir.
Mini gastrik bypassta mide ülseri gelişimi RnY’den çok farklı değildir. Aşırı asit üretimi, alkol, steroid ve antikoagulan kullanımı ile H.pylori enfeksiyonu da marjinal ülsere yol açabilir.
Üst sindirim sistemi endoskopisi, gastroskopi tanısı için en önemli yöntemdir. Yapılacak endoskopide gastro – gastrik fistül varlığı araştırılmalı, anastomoz civarında eritem veya perforasyon bulguları değerlendirilmelidir.
Safra asitlerinin enterohepatik dolaşımı, sindirim ve emilimdeki rolleri, metabolik etkileri ve mikrobiyata ile yakın ilişkileri gayet iyi bilinmektedir. Gastrik bypass çeşitlerinden sonra safra asitlerinin sirkülasyonu değişmektedir. Biliopankreatik bağırsak kısmında safra emiliminin hafif derecede azalması mini gastrik bypass ameliyatının en temel prensiplerindendir.
Safra asitleri önceden absorbe edildiği için gıdanın katıldığı ortak kanalda safra daha düşük oranda bulunmaktadır. Bu nedenle bu ameliyatlar safra koruyucu ameliyat olarak bilinmektedir. Safra asidinin kötü yan etkilerinden biri de kolojenik diare denilen ishaldir.
Mini gastrik bypass ameliyatından sonra kanser gelişimi açısından risk bildiren hiçbir net veri bulunmamaktadır.
Obez olmayan popülasyonda reflü sıklığı yüzde 15 – 20 aralığındayken, obez bireylerde ise bu oranın yüzde 50 – 100 arasında olduğu belirtilmektedir. Yemek borusu mukozası kendini korumak için mideyi kaplayan silindirik bir epitele dönüşür. Bu duruma intestinal metaplazi veya Barrett Özofagus adı verilmektedir. Barrett Özofagus ağır reflü vakalarının yaklaşık yüzde 10’unda görülür. Bu nedenle reflü hastalığı veya Barrett Özofagus varlığı mutlaka ameliyat öncesi endoskopiyle değerlendirilmelidir. Endoskopide özofajit belirtileri yoksa semptomları değerlendirmede impedans pH çalışmaları kullanılmalıdır.
Biliopankreatik bağırsak uzunluğu malnutrisyonda en önemli faktördür. Bu mesafe kısaldıkça safra asitlerinin konsantrasyonu artmakta ve bilier reflü riski de ona paralel olarak gelişmektedir.
Barrett özofagusu ve reflü hastalığını efektif şekilde tedavi etmek için yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaç tedavisi ilk basamaktır. Obezite cerrahisiyle kilo verilmesi reflü belirtilerindeki iyileşmenin ana faktörüdür.
Atlanan bağırsak mesafesi arttıkça malnutrisyon riski de artmaktadır. Bu nedenle ameliyattan önce bunların kontrol edilerek eksikliklerin tamamlanması gerekmektedir. En sık eksikliği görülen değerler; B1, B6, B12, folat, demir, vitamin A, vitamin D, vitamin E, vitamin K, çinko ve albümindir. Makro ve mikro besinler sindirim sisteminin farklı bölgelerinden emilirler. Bu nedenle bariatrik cerrahiden sonra çeşitli nutrisyonel eksiklikler görülebilmektedir.
Obezite cerrahisini takiben safra kesesinde taş oluşumu oldukça sık olmasına rağmen safra kesesinin alınmasını gerektiren semptomatik safra taşı oranı, tüp mide ameliyatından sonra yüzde 3.5 – 6.1, Roux-en-Y bypasstan sonra ise yüzde 6.1 – 10.6 şeklindedir. Mini gastrik bypasstan sonra safra kesesi ameliyatı oranı ise yüzde 2 olarak belirtilmiştir. Safra kesesinde taş oluşan hastaların yaklaşık yüzde 70’i belirti vermemektedir. Belirti veren taşlarda ise safra ameliyatı bariatrik ameliyattan önce gerçekleştirilebilir.
Mini Gastrik Bypass sonrasında kaçak, darlık veya ülser perforasyonları nedeniyle tekrardan ameliyat gerekebilir. Mini gastrik bypass sonrasında kilo alımı oranı düşüktür. Bu durumda revizyon için Triple Attack denen metod kullanılabilir. Bu yaklaşım mide poşunun küçültülerek, anastomoz çağının daraltılmasını ve emilim azaltıcı bağırsak mesafesinin arttırılmasını içermektedir.
Mini gastrik bypass ameliyatı sonrasında nadiren de olsa kanama, darlık, perforasyon, aşırı kilo kaybı, durdurulamayan malnutrisyon, kilo geri alımı, yetersiz kilo verme ya da reflü gibi değişik nedenlerle revizyon ameliyatları gerekebilir.
Özellikle kısıtlayıcı ameliyatlardan sonra yetersiz kilo verme veya alma için giderek artan sayıda revizyon cerrahisi durumu oluşmaktadır. Gastrik band ve tüp mide ameliyatı sonrasında mini gastrik bypass revizyonu da etkili yöntemlerden biridir. Mini gastrik bypass revizyonel Roux-en-Y’den daha başarılı zayıflama sunmaktadır.
Mini Gastrik Bypass öncesinde obez hastalarda da vitamin ve mineral eksiklikleri olabileceğinden ameliyat öncesinde gerekli incelemeler yapılarak tamamlanmalıdır. Ameliyattan önce tamamlanması ve yapılması gerekenler;
Ameliyattan sonra yapılması gerekenler;
Gastrik bypass ameliyatlarından sonra hastaların yüzde 1 – 16’sında marjinal ülser bilinen bir komplikasyondur. Ameliyattan sonra obezite cerrahlarının çoğu rutin olarak mide koruyucusu kullanmaktadır. Burada problem, asit saldırısına karşı relatif olarak savunmasız olan bağırsak mukozasıdır. Ülsere neden olan faktörler;
Marjinal ülser oluşumu erken ve geç dönemde olabilir. Erken marjinal ülserlerde anastomozda kanlanma sorunları, geç dönemde ise mide asidinde artışa neden olabilir. Mini gastrik bypasstan sonra mide koruyucu kullanımının marjinal ülseri azaltabileceği düşünülmüş olsa da kullanım süresi net değildir.
Obezite cerrahisi sonrası efektif, yüksek kaliteli ve kapsayıcı bir takip ve bakım süreci gerekmektedir. Multidisipliner takip hem başarı oranlarını arttırır hem de yaşam kalitesini yükselterek, iyileşme sağlar.
Multidisipliner ekibin içinde obezitede uzmanlaşmış dahiliye ve endokrinoloji uzmanları, anestezist, nefrolog, hepatolog, solunum hastalıkları uzmanı, jinekolog, kardiyolog, endoskopist, psikolog ve beslenme uzmanları yer almaktadır.
Söz konusu ekip, hastanın bariatrik cerrahiye yönlendirilmesini, kilo kaybının sağlanması ve korunmasını, akut ve kronik komplikasyonların farkına varılmasını ve metabolik sorunların düzeltilmesini sağlar.