CategoriesBlog

Obezite Cerrahisinin Riskleri ve Komplikasyonları

Laparoskopik yöntemle yapılan obezite cerrahisinin yaygın kullanımı gerek acil hekimlerini gerekse de genel cerrahları, bariatrik cerrahinin akut ve kronik komplikasyonları ile karşı karşıya bırakmıştır. Bariatrik cerrahi geçirmiş hastalara herhangi bir acil durumla karşılaşması durumunda aşamalı bir yaklaşım uygulanmalıdır.

Yaşama döndürme girişimleri obezite ameliyatı geçirmemiş hastalarla aynıdır. Bu nedenle bariatrik cerrahla konsültasyon mutlaka erken dönemde sağlanmalıdır. Ayırıcı tanıda geçirilen ameliyata spesifik komplikasyonlar mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

OBEZİTE CERRAHİSİ GEÇİREN HASTAYA YAKLAŞIM

Akut band kayması, mide bandının (kelepçe) en sık görülen komplikasyonlarından biridir. Ağrı ve kusma şikayetiyle gelen bir band hastasında “mide üşütmesi” ve “gıda zehirlenmesi” gibi tanılardan önce mutlaka bu komplikasyonun olmadığı kanıtlanmalıdır. Sleeve gastrektomi (Tüp Mide) ve gastrik bypass ameliyatları; yaşamı tehdit edebilen stapler kaçağı veya stapler hattında kanama gibi komplikasyon riski taşır.

Gastrik bypass ve biliopankreatik diversiyon ameliyatları anastomoz hattında marjinal ülser başta olmak üzere kanama, delinme veya ciddi darlık gibi riskler taşımaktadır. Bağırsak tıkanıklıkları ise internal fıtıklara, bazen trokar yeri fıtıklarına, intussusepsiyona (bağırsağın kendi içine fıtıklaşması sonucu tıkanma), yapışıklıklara, katlanma ve pıhtılara bağlı oluşabilmektedir.

Herhangi bir acil durum gelişmesi halinde bariatrik hastaya müdahale sırasında ABC (Airway – Breathing ve Circulation) ilkeleri izlenmelidir. Gerçekleştirilen bariatrik prosedür hakkında hasta öyküsü esastır. Ancak değerlendirme sırasında mutlaka bir bariatrik cerrahla konsültasyon sağlanmalıdır.

Çoğu zaman hastalar geçirdikleri cerrahi prosedürün detayları hakkında bilgi sahibi değildir. Bariatrik prosedürün bilinmesi odaklanma ve tanıya yönelmede temel esastır.

Vital bulgulardaki bozukluk pulmoner emboli ve sepsis olasılığını akla getirmelidir. Obezite cerrahisi hastaları arasında en sık görülen ölüm nedeni ise pulmoner embolidir. Pek çok venöz tromboemboli vakası da hastaneden taburcu olduktan sonra gelişir. Ateş, tansiyon düşüklüğü, taşikardi, azalmış idrar çıkışı, takipne ve hipoksi infeksiyonun en önemli belirtilerdir. Söz konusu belirtiler hekimi, bariatrik cerrahi nedenli infeksiyon-sepsis sebepleri hakkında alarma geçirmelidir. Bu nedenle geçirilen cerrahi hakkındaki bilgi, prosedüre bağlı septik komplikasyonların ayırıcı tanısında rehber olacaktır.

Sindirim sistemi kanamaları başta olmak üzere karın ağrısı, bulantı ve kusma gibi yakınmalar da ameliyata özel komplikasyonlar arasındadır. Dehidrasyon yani yeterli sıvı alamama veya kaybı karşılayamama belirtileri ise taşikardi, kuru cilt, mukozalarda solukluk ve idrar miktarında azalmadır. Glukoz içermeyen uygun sıvılarla hemen resüsitasyon-yerine koyma başlatılmalıdır.

Bu hastalar çoğu zaman atipik özellikler gösterdiğinden belirti ve bulguların değerlendirilmesinde özel dikkat gerektirmektedir. Aşırı cilt ve yağ dokusu solunum problemlerine yol açacağından tam yatar pozisyondan kaçınılmalıdır. Endotrakeal tüp yerleştirmesi gerekmesi durumunda ise potansiyel entübasyon zorlukları konusunda anesteziyolog uyanık olmalıdır. Nazogastrik veya orogastrik sonda yerleştirilirken üst sindirim sistemi anatomisinin değiştiği unutulmamalıdır.

Laparoskopik Ayarlanabilir Gastrik Band Sonrası Spesifik Akut Komplikasyonlar

Laparoskopik mide bandı ameliyatı dünyada çok sayıda uygulanmakta olan yöntemlerden biridir. Komplikasyon olasılığı kısa ve orta dönemde oldukça düşüktür. Bununla birlikte uzun vadeli veriler ise band repozisyonuna veya çıkarılmasına neden olan postoperatif komplikasyonların daha yüksek oranda görüldüğüne işaret etmektedir. En büyük komplikasyonlar band kayması, akut veya kronik poş dilatasyonu, erozyon, kalıcı veya yineleyici çıkış tıkanıklığıdır.

  • Band Kayması (Slippage): En sık görülen ayarlanabilen gastrik band komplikasyonu slippage yani band kaymasıdır. Band kayması; kronik poş dilatasyonu gıda intoleransı, disfaji, doyma hissinde ve kısıtlamada azalma belirtilerinin giderek ilerlemesi şeklinde belirti gösterir. Akut band kayması ise sürekli karın ağrısı, kusma ve tıkanıklık bulgularıyla karakterizedir. Radyolojik tanı, bandın düz batın grafisindeki oryantasyonunun bozulmasıyla kolayca konabilir. Bulantı, kusma ve oral alımdaki kısıtlanma kardiyovasküler durum ve vital bulgularda değişikliklerle seyreden ciddi dehidrasyona yol açabilmektedir.
  • Gastrik Obstrüksiyon: İyi çiğnenmemiş ve hızlıca yutulmuş bir lokmanın yol açtığı tıkanıklık, akut ve direngen bir disfajiye yol açabilir. Bu durum akut band kaymasına benzer şekilde konservatif olarak tedavi edilir. Tedavi başarılı olursa hasta beslenme desteği almaya ve bariatrik cerrahıyla görüşmeye yönlendirilir.

Komplike İntragastrik Band Migrasyonu

Band migrasyonu genellikle radyolojik ya da endoskopik kontrollerde saptanabilmektedir. Normalde kronik bir komplikasyon olmasına rağmen port enfeksiyonları genellikle ameliyatın ilk aylarında başlamaktadır. Ameliyat sırasında mide arka duvarında oluşturulan travma ve sıkı band yerleşimi, erken erozyonların nedeni olabilir.

Bandın çıkarılması; kanama veya perforasyon gibi komplikasyonlar nedeniyle zorunludur. Port yerinde kızarıklık, şişlik, abse veya fistül oluşumu gibi akut port enfeksiyonu bulguları görüldüğünde abse varsa acil olarak drene edilmeli ve ileri tetkik ve tedavi için hasta bariatrik merkeze yönlendirilmelidir.

Laparoskopik Sleeve Gastrektomi (Tüp Mide) Ameliyatı Sonrası Spesifik Akut Komplikasyonlar

Biliopankreatik diversiyon ve duodenal switch ameliyatının ilk basamağı olarak uzun yıllardır kullanılmakta olan sleeve gastrektomi ameliyatı, günümüzde tek başına bir prosedür olarak kabul edilmektedir. Laparooskopik Sleeve Gastrektomi, günümüzde uygulanan en popüler bariatrik cerrahi yöntemidir.

Stapler hattından kaynaklanan erken komplikasyonlar nadir fakat en korkulan komplikasyonlardır. Günümüzde sleeve gastrektomiyi de kapsayan pek çok cerrahi prosedür standart olarak uygulanabilmektedir.

Stapler Hattı Kaçakları

Kaçak oranları, laparoskopik sleeve gastrektomiden sonra çalışma serileri ve hasta karakteristiklerine göre değişmektedir. Yakın zamanda bariatrik cerrahi geçirmiş bir hastada görülen lokal veya yaygın peritonit belirtileri muhtemelen bir geç fistüle bağlıdır. Tüm şüpheli vakalarda mutlaka tomografi çekilmelidir.

Çekilecek tomografi genellikle üç olası tabloyu gösterir;

  1. Özofagogastrik bileşkede, yüksek seviyede stapler hattı fistülü ve sol subdiafragmatik sıvı birikimi
  2. Stapler hattına yakın peri gastrik yağ dokusu içinde hava kabarcıkları ve kontrast madde kaçağı olmaksızın perigastrik sıvı birikimi
  3. Çok sayıda kaçak ve yaygın sıvı birikimi

Kaçaklar hastaya endoskopik yöntemlerle yapılan çok çeşitli girişimlerle ve bilgisayarlı tomografi eşliğinde ciltten yerleştirilen kataterlerle başarı ile tedavi edilmektedir. Buradaki en önemli başarısızlık nedeni tanıda gecikme ve tedavide geç kalmadır. Tanıda gecikme iyi hasta takibi yapılmayan durumlarda veya hastanın kendi ihmali sonucunda kontrolden kaçması veya ameliyatı yapan cerraha kontrole gelmeme/gelememesi nedeniyledir. O nedenle bu ameliyatların işine sahip çıkan ameliyat sonrası takip ve tedavileri eksiksiz yapan ve tanı koyduktan sonra her türlü müdaheleyi yapabilecek yetenekte ve tecrübede olan ekipler tarafından yapılması hayati önem taşır. Endoskopik olarak mide klibi(OTSC), ösefagoduodenal stent, internal drenaj, pylora botoks uygulama gibi bir çok yöntem kullanılmaktadır. Bu şekilde 6-8 haftada kaçaklar kapanmaktadır. Endoskopik yöntemle düzelmeyen sleeve kaçakları ameliyatla düzeltilmelidir. Bu amaçla primer onarım, by-pass ameliyatına çevirme, fistülojejunostomi ve total gastrektomi ameliyatları tedavi seçenekleridir. Buradaki önemli nokta teşhisin erken konması ve tedavinin mümkün olan en kısa zamanda başlatılmasıdır.

Tüp Mide Sonrası Darlık

Sleeve gastrektomi kalibrasyonunun çok dar bir tüp üzerinden yapılması yüzde 4 gibi bir oranda mid-gastrik stenoz gelişmesine yol açar. Bu hastalarda çoğunlukla direngen kusma ve gıda intoleransı görülebilir. Dehidrasyonun konservatif tedavisinden sonra hastalar endoskopik dilatasyon için bariatrik merkeze refere edilmelidir. Genellikle yatış gerektirmeyen 3-4 endoskopik dilatasyon yeterli olur. Başarısız dilatasyon durumunda efektif olarak gastrik bypass revizyonu gerekebilir.

Gastrik Bypass’tan Sonra Görülebilen Spesifik Akut Komplikasyonlar

Gastrik bypass özellikle Amerika’da morbid obezitenin cerrahi tedavisinde altın standart olarak kabul edilir. Lineer staplerler kullanılarak yemek borusunun hemen altında 25-30 ml hacminde küçük bir mide poşu oluşturulur.

Anastomoz Kaçağı

Gastrik bypasstan sonra anastomoz kaçağı da hayatı tehdit eden bir komplikasyon olarak kabul edilmektedir. Erken ya da geç kaçak, subklinik kaçaktan sepsise kadar değişen klinik tablo sergileyebilir. Tanı aşamasında gastrografinle pasaj filmi, tomografi ve kan sayımı yapılmalıdır.

Acil cerrahi tedavi ağır ve direngen semptomları olan, hemodinamik olarak instabil hastalarda düşünülmelidir. Batın içerisi yoğun şekilde yıkanmalı ve çok sayıda dren yerleştirilmelidir. Sleeve gastrektomiye göre bypass kaçakları anastomoz bölgesindeki basınç daha düşük olduğundan çok daha hızlı ve kolay kapanır.

Komplike Marjinal Ülser

Marjinal ülser, gastrojejunal (mide barsak) anastomozun kenarındaki mukozada oluşan peptik ülserdir. Gastrik bypasstan sonra erken (1-3 ay) veya geç dönemde görülebilir.
En sık görülen belirti ağrı ve kanamadır.

Biliopankreatik diversiyon ve duodenal switch sonrası spesifik akut komplikasyonlar

Biliopankreatik diversiyon diğer tekniklere göre en fazla etkinliğe sahip bariatrik metabolik prosedürdür. Sindirim sistemlerinde meydana gelen anatomik ve fizyolojik değişikliklerden dolayı bu hastalar özellikle acil durumlarda özel ilgi gerektirirler.

Birçok komplikasyon başlarda yazılan ve bir genel cerrahın acilde dikkatli olmasını gerektiren durumlardır. Hastaların bariatrik merkeze sevk edilmek üzere stabilize edilmesi genellikle mümkündür.

Laparoskopik Gastrik Plikasyondan Sonra Spesifik Akut Komplikasyonlar

Gastrik plikasyon (mide katlama) tekrar kilo alım oranlarının yüksek olması nedeniyle başarısız sonuçları nedeniyle günümüzde terkedilmeye başlanmış bir operasyondur. Komplikasyonlarının yönetimi ile ilgili bilgi ve deneyim kısıtlıdır. Gastrik obstrüksiyon en sık reoperasyon nedenidir. Başlangıçta konservatif tedavi (ödem giderici ve mide koruyucu ilaçlar) denenebilir. Kusmalar düzelmiyorsa endoskopi ile tıkanıklığa yol açan katın açılması sağlanmalıdır.

Ameliyat Türüne Bağlı Olmayan Akut Komplikasyonlar

  • Kanama: Kanama stapler hatlarından veya başka bir odaktan kaynaklanabilir. Trokar yeri kanamaları, dalak yaralanması veya retraktöre bağlı karaciğer yaralanması nadir fakat olası kanama odaklarıdır. Bu komplikasyonlar genellikle ameliyattan sonraki ilk 48 saat içerisinde ortaya çıkarlar. Bu süreçte hasta genellikle bariatrik merkezin gözetiminde olmaktadır.
  • Eğer endoskopistin yeterli tecrübesi varsa ve bariatrik cerrahinin yarattığı anatomik değişikliklere alışıksa; endoskopi, stapler hattının iç tarafındaki kanama odağının bulunması, adrenalin enjeksiyonu, elektrokoagülasyon veya endokliplerle durdurulmasını sağlayabilir.
  • Bariatrik Ameliyatlardan Sonra İnce Barsak Tıkanıklıkları: Genel cerrah ve acil hekimlerinin en sık karşılaştıkları durumlardan biri de ince bağırsak tıkanıklıklarının değerlendirilmesi ve tedavisidir. İnce barsak tıkanıklıkları için standart yaklaşım algoritmi, nazogastrik dekompresyon, bağırrsakların istirahate bırakılması, sıvı resusitasyonu ve yakın takip gibi cerrahi dışı yaklaşımlarla başlar. Hastaların büyük bölümü, damarsal beslenme bozukluğu belirtileri olmadıkça bu konservatif yaklaşımlarla tedavi edilebilir.
  • Trokar yeri fıtıkları laparoskopik cerrahinin sık olmayan bir komplikasyonudur. Ancak buna rağmen yüksek BMI değerlerinin anlamlı bir risk faktörü yarattığı ve bariatrik hastalarda bu olasılığın daha yüksek olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. Tanı klinik bulgular, düz karın grafileri ve üst sindirim sistemi tetkikleri ile konabilir.
  • Obezite Cerrahisinden Sonra Safra Kesesi ve Yolları Taşları: Safra taşları genellikle ameliyattan sonraki ilk 6 ayda görülmektedir. Bariatrik cerrahi öyküsü olan bir hastada akut kolesistit gibi belirtilerle gelen safra taşları bir genel cerrah için problem teşkil etmez. Tanı ultrason, tomografi veya MR-kolanjiografi ile konabilir. Ana safra kanalı tıkanıklığı saptandığında endoskopik veya cerrahi tedavi tamamen cerrahın deneyimine ve hastanın durumuna bağlıdır.
  • Bariatrik Cerrahi Sonrası Gastro-özofageal Reflü Hastalığı: Obezite cerrahisi geçirmiş hastalar acil servise ciddi epigastrik ağrı, göğüste yakıcı bir ağrı veya göğüs ağrısı ile başvurabilirler. Şiddetli gastroözofageal yanma yüksek bir oranda görülebilir. Bu durum sıklıkla obezite cerrahisinden önce atlanan bir reflü hastalığına bağlıdır.
  • Ameliyat sırasında hiatal herni için agressif disseksiyon ve hiatal defektin kapatılması çok önemlidir. Sleeve gastrektomi sonrası reflü semptomlarının ortaya çıkması genellikle ilk postoperatif yılda olur. Reflünün ikinci piki ise daha geç dönemde olabilir. Sleeve gastrektomiden sonra yeni başlayan gastroözofageal reflü belirtileri olan hastalarda, proton pompa inhibitörü ilaçlar tedavinin ilk basamağını oluşturmaktadır. Böyle bir durumda hasta mümkün olduğunda bariatrik merkeze sevk edilmelidir.

BARİATRİK HASTALARA ACİL SERVİSLERDE YAKLAŞIM ALGORİTMASI

Bariatrik hastalara acil durumlarda yaklaşım olağanüstü güçlükler içerebilir. Göz önünde bulundurulması gereken durumlar çok sayıda ve çeşitlidir. Bu nedenle ilk resüsitasyondan sonra sistematik basamaklı bir tanısal süreç işletilmelidir. Bu da hastanın geçirdiği spesifik prosedür hakkında bilgi sahibi olmaya dayanır. Mümkün olan en erken dönemde bariatrik cerrahla konsültasyon sağlanmalıdır. Hastanın durumu izin verdiği anda da hastanın bariatrik merkeze nakledilmesi gereklidir.

CategoriesBlog

Tüp Mide Rehberi

Tüp mide ameliyatı, obezite cerrahisinde en sık uygulanan işlemlerden biridir. Güçlü bir kilo kaybı elde edilmesini sağlayarak obezite ile ilgili riskleri azaltan tüp mide ameliyatı, hastanın yaşam kalitesini de kısa sürede iyileştirmektedir.

Tüp Mide Ameliyatı Nedir?

Tıp dilinde ‘Sleeve Gastrektomi’ olarak geçen Tüp Mide Ameliyatı, halk arasında mide küçültme ameliyatı olarak bilinmekle beraber dünya genelinde uygulanan en popüler cerrahi işlemlerden biridir. Tüp mide ameliyatı, midenin cerrahi işlemle bir tüp haline getirilmesidir. Mide kelepçesi ameliyatında olduğu gibi batın içerisine yabancı bir cisim yerleştirilmesi söz konusu değildir. Buradaki amaç; açlık hissinin azaltılarak hastaların daha az yiyerek kilo vermesidir.

Mide Küçültme Ameliyatı Tehlikeli midir?

Tüp mide ameliyatı olarak da bilinen ‘Sleeve Gastrektomi’, bütün majör cerrahi ameliyatlarda olduğu gibi bazı risklere sahiptir. Ameliyatın oluşturduğu risk faktörü hastanın yaşı ve kilosuna göre değişiklik göstermektedir. Ameliyat sonrasında komplikasyonların riski genellikle yüzde 3 – 5 arasındadır. Bunlar enfeksiyon, pnömoni ve kanamadır. Böyle durumlarda vakit geçmeden cerrahi bir ekip tarafından acilen müdahale edilmesi gerekir. Tüp mide ameliyatı olan kişilerde karaciğer yağlanması, böbrek hastalıkları, şeker veya yüksek tansiyon gibi riskler minimuma inmektedir.

Tüp mideye alışma süreci genellikle mide bandı ve bypassa oranla daha iyi olmaktadır. Mide küçültme ameliyatının yan etkileri; gastrik bypass ve daha büyük ameliyatlara göre daha azdır. Ameliyat sonrası süreç laparoskopik cerrahi sayesinde daha konforlu geçmektedir. Hastalarda açlık hissinin azalmasına bağlı olarak kilo verme durumu da başlamış olacaktır. Bir hafta sonra hastalar normal işlerine dönebilmektedirler. Ağır işi olanlarda ise kısıtlama ameliyattan sonraki 3. haftaya kadar sürmektedir. Ameliyat sonrasında ilk 1 buçuk yıllık dönem içerisinde hasta fazla kilolarının yaklaşık yüzde 80’ini vermiş olur. Bu kiloların çoğu ilk dört ay içinde verilmektedir.

Tüp Mide Ameliyatı Etkisini Nasıl Gösterir?

Yüksek Vücut Kitle İndeksi (VKİ) ve yüksek riskli hastalar için güvenli kilo kaybı açısından etkili bir cerrahi yöntem olan tüp mide ameliyatı, mide gövdesinin büyük bir bölümünün çıkarılması işlemidir. Operasyonda midenin en çok esneyip genişleyen ve iştahı yöneten kısmı çıkartılmaktadır. Bu ameliyatla mide hacmini azaltma yoluyla alınan gıda miktarının da düşürülmesi hedeflenmektedir. Sindirim sisteminin doğal akışına müdahale edilmediği için tüp mide ameliyatından sonra sindirim ve emilim normal şekilde devam etmektedir.

Tüp Mide Ameliyatından Sonra Ne Kadar Kilo Verilir?

Tüp mide ameliyatı sonrasında; hastanın beslenme alışkanlıklarını değiştirmesine de bağlı olarak fazla kilonun genellikle yüzde 70 – 80’inin verilebilmesi hedeflenmektedir.

Sleeve Gastrektomi sonrasında hasta fazla kilosunun;

  • İlk 3 ay; % 35 – 40’ını,
  • İlk 6 ay; % 50 – 60’ını,
  • İlk yıl ise % 60 – 70’ini vererek, hedeflenen en düşük kilosuna ulaşabilmektedir.

Tüp Mide Ameliyatı Nasıl Yapılır?

Tüp mide ameliyatı; genel anestezi altında laparoskopik yöntemlerle yapılan bir ameliyat türüdür. Bu nedenle hastanın bilinci ameliyat süresince kapalı olmaktadır. Genel anestezi altında gerçekleştirilen operasyonda cerrah, hastanın karnında açılan 0.5 cm’lik deliklerden kamera ve tedavi araçlarını karın bölgesine göndererek tedaviyi gerçekleştirir. Tüp mide ameliyatı, laparoskopik olarak karına girilip, midenin yüzde 75 – 80’inin alınması uygulamasıdır. Yaklaşık 1 saat süren operasyonda midenin içine küçük bir tüp yerleştirildiği için midenin inceliğinin de korunması sağlanmış olur. Hastanede yatış süresi 2 veya 3 gündür.

Ameliyattan Sonra Çok Ağrı Olur mu?

Bütün majör cerrahi işlemler belli oranda da olsa ağrı içermektedir. Ancak laparoskopik işlemlerde ağrı durumu minimal düzeyde seyretmektedir. Küçük kesilerden dolayı daha az ağrı duyulduğu için iyileşme süreci de oldukça hızlı olmaktadır.

Tüp Mide Ameliyatından Sonra Takip Süreci Nasıldır?

Obezite cerrahisinin diğer tüm metodlarında da olduğu gibi tüp mide ameliyatlarındaki başarı durumu doğrudan doğruya ameliyat sonrası kontrollerinin sıkı şekilde yapılmasıyla birlikte artmaktadır. Bu nedenle ameliyattan yaklaşık 10 gün sonra doktorunuz tarafından ilk kontrolünüz yapılmaktadır.  Bu ilk kontrolde ameliyatın erken komplikasyonlarının ipuçları araştırılacak ve ameliyat sonrası beslenme ve diğer yaşam fonksiyonlarının normal seyredip seyretmediği belirlenecektir.

Rutin kontrolleriniz 1, 3, 6, 12, 18 ve 24. aylarınızda gerçekleştirilecektir. Söz konusu kontrollerde yapılacak kan tahlilleri ile şeker, insülin, karaciğer enzimleri, böbrek fonksiyon testleri, vitamin ve mineral düzeylerine bakılmaktadır. Herhangi bir eksiklik saptanması durumunda ise özel destek tedavilerine başlanır.

Tüp Mide Ameliyatı Kimler için Uygundur?

Dünya Obezite ve Metabolizma Cerrahisi Derneği (IFSO) kriterlerine göre tüp mide ameliyatı 35 yaşın altındakilere çok gerekmedikçe yapılmamaktadır. Kişide şeker hastalığının olmaması da oldukça önemli bir faktördür. Bu ameliyattan faydalananlar genellikle çok fazla hamur işi, alkol ve yağlı yiyecek tüketip, buna bağlı olarak da çok fazla kilo alan kişilerdir.

Tüp Mide Ameliyatı Hangi Durumlarda Uygulanmaz?

Tüp mide ameliyatı kişinin tüm bağışıklık sistemini etkileyen ciddi bir operasyon olmuş olmasından dolayı öncelikle hastanın genel sağlık öyküsünün çok iyi bir şekilde taranarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Tüp mide ameliyatının uygun olmayacağı hastalar;

  • Psikolojik sorunlar ve akli dengesinin yerinde olmaması,
  • İlaç ya da zararlı madde bağımlılıklarının bulunması,
  • Anestezi uygulamasının büyük risk faktörü oluşturması,
  • Hastanın gerçekçi bir bakış açısına sahip olmaması,
  • Hastanın ameliyat sonrasında fiziksel ve psikolojik destekten yoksun olması ve hastanın blumia gibi yeme bozukluklarının kontrol edilememesi şeklinde sıralanmaktadır.

Tüp Mide Ameliyatının Avantajları Nelerdir?

Tüp mide ameliyatında en önemli kazanım; sindirim sisteminin doğal yolunda bir değişiklik yapılmamasıdır. Tüp mide ameliyatının başlıca avantajları;

  • Mide hacminin azalmasına bağlı olarak daha az gıdayla doyma sağlanır.
  • Açlık hormonu olarak bilinen Ghrelin’in çıkarılmasıyla yeme isteği azalır.
  • Bağırsaklara herhangi bir işlem yapılmadığı için kanama, kaçak ve tıkanıklık gibi riskler yaşanmaz.
  • Diğer obezite ameliyatlarına göre süresi daha az olup, yaklaşık 1 saat sürer.
  • Ameliyat sonrasında hastanede yatış süresi oldukça azdır.
  • Vücuda yerleştirilen herhangi bir yabancı cisim yoktur.
  • Emilime müdahale edilmediği için vitamin ve mineral eksiklikleri daha az oluşur.
  • Ameliyat öncesine göre yenilebilen porsiyon miktarı azalmıştır.

Tüp Mide Ameliyatının Dezavantajları Nelerdir?

Tüp mide ameliyatının başlıca dezavantajları;

  • Mideden büyük bir parça yok edildiği için midenin orijinal hale dönmesi mümkün değildir.
  • Bazı hastalarda ameliyat sonrası reflü artışı yaşanabilir.
  • Mide fıtığı olan hastalarda tüp mide ameliyatı ilk tercih değildir.
  • Tatlı seven hastalarda tercih edildiğinde geri kilo alma olasılığı, bağırsak bağlantılı operasyonlara göre daha fazladır.
  • Operasyon sonrası hastaların bir dönem sıvı ile beslenmesi şarttır.

Tüp Mide Ameliyatı Fiyatları Nasıldır?

Laparoskopik operasyonla mide hacmini küçülten bir obezite cerrahi tekniği olan tüp mide ameliyatı fiyatını belirleyen birkaç etken bulunmaktadır. Tüp mide ameliyatının ardından yaşanabilecek komplikasyonlar için donanımlı bir hastanenin tercih edilmesi bu nedenle oldukça önemlidir. Ayrıca ameliyattan sonra hastanede ve yoğun bakımda kalış süresi de tüp mide ameliyatı fiyatını etkileyen başlıca faktörler arasındadır.

MİDE KÜÇÜLTME AMELİYATI SONRASI DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER

Tüp mide ameliyatının tam verim sağlaması açısından, hastanın diyet programına sadık kalarak beslenmesine dikkat etmesi ve gerekli durumlarda vitamin ve mineral takviyelerini düzenli olarak alması son derece önemlidir.

Tüp Mide Ameliyatından Sonra Nasıl Beslenilmelidir?

Tüp mide ameliyatının başarısında hastanın yeni yaşam tarzını benimsemesinin yanı sıra metabolizma ve endokrinoloji uzmanlarıyla iş birliği içinde oluşturulan diyet programına uyması ve gerektiği takdirde besin, vitamin ve mineral takviyelerini düzenli olarak kullanması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle tüp mide ameliyatından sonraki beslenme ve hayat tarzı değişiklikleri en önemli etkenlerin başında gelmektedir. Tüp mide ameliyatı sonrasında beslenmede dikkat edilmesi gereken başlıca kurallar şu şekildedir.

  • Gazlı içecekler ömür boyu yasaktır.
  • Tüp mide ameliyatından sonra özellikle ilk 14 gün sıvı beslenilmesi gerekmektedir.
  • Sıvı ve katı gıdalar aynı anda kesinlikle tüketilmemelidir.
  • Sebze ve yeşilliklerden oluşan salata, meyve ve kuruyemiş beslenme düzeninde kesinlikle ihmal edilmemelidir.
  • Hayvansal veya bitkisel proteinden yüksek gıdalar tüketilmelidir.
  • Günde en az 3 ana, 2 ara öğün olacak şekilde beslenmeye özen gösterilmelidir.

Tüp Mide Ameliyatından Sonra Uygulanacak Diyet Nasıl Olmalıdır?

Tüp mide ameliyatından sonra hastalardan genellikle yağ oranı düşük yiyecek ve kızartmalardan kaçınmaları istenmektedir. Rafine şeker başta olmak üzere gazlı içecek ve alkolden de kesinlikle uzak durulması gerekmektedir.

AMELİYATTAN SONRA BESLENME SÜRECİ NASILDIR?

  • Ameliyattan Hemen Sonra: Mide küçültme ameliyatından sonra en az bir hafta süreyle berrak sıvı diyeti yapılmaktadır. Bu dönemde su, çay, meyve çayları ve et suyuna çorba tüketilebilir.
  • Ameliyattan Bir Hafta Sonra: Hastanın ameliyattan bir hafta sonrasında da yumuşak ve katı gıda almasına izin verilmez. Katı gıdalar, ameliyat sonrası stapler hattının açılmasına ve kaçağa neden olabilir. Bu dönemde sıvı gıdalar, düşük kalorili ve az yağlı çorbalar, jöleler ve protein içecekleri alınabilir. Alınan sıvı gıdaların düşük kalorili ve yağsız olmasına dikkat edilmelidir.
  • Ameliyattan 2 – 4 Hafta Sonra: Hastalar stapler hattında ayrışma riskine bağlı olarak bu dönemde sadece püre gıdalar almalıdır. Fazla gıda alımı ağrı ve kusmaya neden olabilir. Ameliyattan 2 – 4 hafta sonrasında püre haline getirilmiş et, patates ve her türlü meyve püresi tüketilebilir. Karbonatlı içeceklerin tüketilmesi ameliyat sonrasında kesinlikle yasaktır.
  • Ameliyattan 4 -5 Hafta Sonra: Hasta bu dönemde yumuşak gıdalara geçebilir. Öğünler arasında en az 4 – 5 saat olmalı ve her öğün minimum 30 dakikada tüketilmelidir.
  • Ameliyattan 4 Ay Sonra: Hasta, yavaş yavaş ve düzenli olarak normal bir diyete geçerek; et, yumurta, sebze ve baklagillerden tüketebilmektedir. Ameliyattan sonraki ilk 2 yıl boyunca diyet 600 – 800 kalori ile kısıtlanmalıdır. Fazla kilonun büyük bölümü ilk yıl içerisinde verilecektir. Yeterli miktarda kilo kaybı gözlendikten sonra kalori miktarı 1000 – 1200’e çıkarılabilir.

MİDE KÜÇÜLTME AMELİYATININ OLASI KOMPLİKASYONLARI NELERDİR?

  • Kaçak: Söz konusu ameliyatta kesilip çıkarılan dokudan kalan mide stapler yardımıyla kapatılır. Stapler yani zımba hattında olan veya olabilecek bir açıklık, kopukluk veya sızma yaşanması durumuna kaçak adı verilmektedir. Kaçak riski yüzde 1 ve daha düşük yüzdelerde olmuş olsa dahi hastayı ciddi şekilde hasta ederek, tehlikeli boyutlara getirebilmektedir.
  • Gastroözofageal Reflü: Gastroözofageal reflü, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçması durumudur. Asitler ve mide salgıları, yemek borusunda irritasyona yol açabilmektedir. Bu da heartburn olarak bilinen göğüs duvarı arkasında yanma ile karakterize olabilen rahatsız edici yakınmaya neden olmaktadır.
  • Gastrik Fistül: Gastrointestinal fistül, sindirim sisteminizdeki mide sıvılarının mide veya bağırsaklarınızın iç yüzeyine sızmasını sağlayan anormal bir açıklıktır. Bu cildinize veya başka organlara sızdığında enfeksiyona neden olabilir.
  • Stoma Darlığı: Mide küçültme ameliyatı geçişte darlığa neden olabilir. Stoma mide ile bağırsaklar arasındaki geçişi tarif eden bir terimdir. Bu durumu düzeltmek için ikinci bir ameliyat gerekebilir.
  • Ameliyat Yeri Fıtıkları: Vakaların yaklaşık yüzde 15’inde yara yeri fıtıkları gelişebilmektedir. Laparoskopik ameliyatlarda bu risk son derece düşüktür.
  • Vitamin ve Mineral Emilim Bozukluğu: Mide küçültme ameliyatının uzun vadeli bir komplikasyonu da vitamin ve mineral emilim bozukluklarıdır. Bu durum ciddi eksikliklere neden olabilmektedir.
CategoriesBlog

Obezite Cerrahisi

Obezitenin tanımı ve sınıflandırılması:

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) obeziteyi, sağlığı ve iyilik halini olumsuz yönde etkileyecek ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi durumu olarak tanımlamaktadır.1  Vücut yağ miktarı normal fizyolojik değerleri aşarsa kişi obezdir. Fizyolojik olarak normal vücut yağı miktarı, bireyler arasında yaşa ve cinsiyete bağlı olarak yüksek değişkenlik gösterir.

Obezitenin derecesini sınıflandırmada en yaygın olarak, ağırlığın metre cinsinden boya bölünmesiyle belirlenen BMI(Body Mass Index:Vücut Kitle İndeksi, VKİ) kullanılır.2,3 Genel olarak, sağlıklı BMI aralığı 18,5 ila 24,9 kg/m2’dir. Fazla kilo, 25 ila 29,9 kg/m2’lik bir BMI olarak tanımlanır. Hesaplanan BMI 30 kg/m2’nin üzerine çıktığında artık obezite olarak tanımlanır. Obezite, BMI’nin alt sınıflarına göre alt gruplara ayrılabilir. Buna göre BMI:30-34,9 Sınıf 1 obezite; BMI:35-39,9 Sınıf 2 obezite; BMI:40 ve üzeri ise Sınıf 3-aşırı obezite olarak adlandırılır. BMI 50 ve üzerinde ise süperobezite terimi kullanılır. Genellikle obeziteye yandaş hastalıklar BMI 30 ve üzerine çıkınca ortaya çıkar. Bu nedenle obezite ile birlikte diyabet, hipertansiyon, koroner arter hastalığı, uyku apnesi, eklem deformiteleri, depresyon, obeziteye bağlı gelişen reflü hastalığı gibi hastalıklar ortaya çıktığında morbid yani yandaş hastalığa neden olmuş obezite terimini kullanıyoruz.

Bir başka önemli parametrede bel çevresi olup, bireylerin sağlık riskini değerlendirmek için bir BMI değeri ile birlikte kullanılabilir. Bel/kalça oranı vücut yağının dağılımı ile ilgilidir. Bel/kalça oranı 1’den az olan hastalar, genellikle “armut” dağılımı olarak adlandırılan periferik yağ dağılım oranına sahip olma eğilimindedir. Bu yağ dağılımının sağlık riski düşüktür. Bel/kalça oranı 1’den fazla olan hastalar ise “elma” veya merkezi yağ dağılımına sahip olarak adlandırılır ve bu hastaların yüksek sağlık riski taşıdığı kabul edilir.

Çocuklarda (2-19 yaş), fazla kilo, Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) büyüme çizelgelerinde yaşa göre BMI 95. yüzdelik dilime eşit veya daha büyük ise obezite, 85-9 arasında ise fazla kilolu olarak tanımlanır.4

Dünyanın yetişkin nüfusunun %33,0’ının (1,4 milyar insan) fazla kilolu veya obez olup, dünyanın hem ekonomik olarak gelişmiş hem de gelişmekte olan bölgelerinde önemli ve artan halk sağlığı sorunudur. 2008’de 1,4 milyardan fazla yetişkin ve 2010’da beş yaşın altındaki 40 milyondan fazla çocuk aşırı kiloluydu. Son trendlerin devam etmesi halinde 2030 yılına kadar dünya yetişkin nüfusunun aşırı kilolu veya obez oranının toplam nüfusun %57,8’ine (3,3 milyar kişi) çıkacağı tahmin ediliyor.5

Obezitenin karmaşık etiyolojisi ve sürdürülebilir kilo kaybına ulaşma çabalarında mevcut olan önemli engeller hakkında artan kamu bilincine ve eğitimine açık bir ihtiyaç vardır. Obezite çoğu obez kişi için karmaşık bir etiyolojiye ve ömür boyu süren bir duruma sahip kronik bir hastalıktır. O nedenle küçük yaştan itibaren obez damgası yemenin bireyde açtığı yara, bir ömür boyu sürmektedir. Kilo damgası ile başa çıkmak için uyarlanabilir psikolojik yollarla hastanın yaşı kaç olursa olsun bireyleri desteklemek, kilo verme sonuçlarını kolaylaştırabilir.

Bu girişten sonra bir noktaya dikkat çekmek gereklidir. Yaşla birlikte obezite ile ilişkili durumlardan kaynaklanan ölüm oranı artmakta olup; obez bireylerde normal kilolu deneklere kıyasla önemli ölçüde daha yüksek tüm nedenlere bağlı ölüm kaydedilmiştir ve bir çalışmada, obez olanlarda (VKİ, ≥30) mortalitenin muhtemelen 9,44 yıl daha erken ortaya çıktığı belirtilmiştir.6 Obezitenin kardiyovasküler sistem üzerine zararlı etkileri ve kanser gibi sağlık sorunları nedeniyle bariatrik cerrahinin tüm sağkalıma etkileri yapılan bir çok çalışmada ispatlanmıştır. Örneğin İsveç SOS çalışmasında 10 yılda %30,7 mortalitede iyileşme olduğu bildirilmiştir.7 Yine Cardoso ve arkadaşlarının 2017’de yayınladıkları bir metaanalizde obezite cerrahisi geçirmiş nüfusun cerrahi geçirmemiş obez nüfusa oranla mortaliteyi %41 azalttığı bildirilmiştir.8 O nedenle ciddi sağlık sorunlarına yol açarak mortaliteyi hızlandıran obezitenin tedavisi şarttır

Neden obez oluyoruz? Nasıl açlık hissi ve doygunluk hissi geliştiriyoruz?

Beyin ile sindirim sistemi arasında hem sinirsel hem de hormonal iletişim yolları bulunmaktadır.
Acıktığımızda boş mideden salınan Ghrelin hormonu beyine -acıktın yemek ye- sinyali gönderirken doyduğumuzda dolu mideden salınan Leptin hormonu –doydun artık yemeyi kes- sinyali gönderir. Bu bir denge halinde sürer gider.

Besinlerin alımı ile ortaya çıkan enerjinin tüketimi arasındaki dengeyi beynimizde hipotalamus adı verilen bölge sağlamaktadır. Bu merkezin yönetiminde enerji, su ve diğer besinlere duyulan gereksinim, açlık, tokluk ve susama hissi ortaya çıkar. Vücuda alınan besinler kalori içeriklerine göre çoktan aza doğru yağlar, karbonhidratlar, proteinler, vitamin ve minerallerdir. Bu maddeler alındıktan sonra metabolize edilirler ve böylece yaşam devam eder. Bir erişkin bireyin gıdaların metabolizması sonucu ortaya çıkan enerjisinin günlük yaklaşık 1.500-1.600 kcal’lik kısmı bazal metabolizma için harcanır. Beynimiz, sinir dokusu, alyuvar, akyuvar ve böbrek hücreleri sadece glukoz kullanır. Bu nedenle şekere sürekli ihtiyaç olup, kan şekerinin mutlaka dengede tutulması gereklidir. Karbonhidratın vücuda alınıp sindirildikten sonra glukoza dönüşen kısmının yaklaşık %50’si glikoliz ile enerjiye, %30-40’ı depo edilmek üzere yağlara, %10’u da karaciğer ve kas dokusunda yedek olarak saklanmak üzere glikojene çevrilir. Genetik olarak vücudun açlığa karşı bir savunma mekanizmasıdır. Ancak aşırı yemek yemeye karşı vücutta bunu durduran bir mekanizma yoktur. Tüm mekanizma tek yönlü olarak işler ve ne kadar fazla enerji gelirse gelsin bunun fazlasını glikojene ve daha çok da yağa dönüştürerek depolar. Bende çok yağ birikti artık depolamayayım şeklinde bir mekanizma insan vücudunda yoktur. Üstelik uzamış açlıkta önce karaciğer ve kastaki glikojen depoları harcanıp bittikten sonra depo yağlar kullanılmaya başlanır. Bu nedenle ortaya çıkan bu aşırı yağın iç organlar, göbek, memeler, basen ve üst bacak bölgeleri ağırlıklı olmak üzere birikmesine biz obezite diyoruz.

Obezitenin tedavisi: Obezite tedavisinde sırasıyla;

  1. Diyet: Diyetle vücuda giren besinleri azaltma tedavisi: %98 başarısızlıkla yani kilo verip tekrar geri kilo alımıyla sonuçlanır.
  2. Egzersiz: Egzersizle enerji harcamayı artırarak depo yağlarından kurtulmayı amaçlar.
  3. Davranış değişikliği tedavisi: Bireylere ağırlık kazanımına neden olan hatalı yeme davranışlarının sorulduğu bir çalışmada % 80’ i “hızlı ve fazla yemek”, % 64’ü “yağlı ve karbonhidratlı besinleri fazla yemek”, % 56’sı sıkıntılı iken yemek (emosyonel yeme)”, %44’ü ise “acıkmadan yemek, tokluk hissedememek (abartılı yeme ataklan)” şeklinde yanıtlamışlardır. Yeme atakları, gece yemek yeme, hareketsiz yaşam obeziteye neden olan yanlış davranışlardan bir kaçıdır. Çoğu obez birey için enerjisi kısıtlanmış diyetler ve fiziksel aktivite, istenilen vücut ağırlığına ulaşmak ve özellikle korumak için yeterli olmayabilir. Çünkü obezite; tekrar ortaya çıkma potansiyeline sahip ve uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç duyan kronik bir durumdur. Diyet ve egzersizin yanı sıra davranış değişikliği tedavisi, uzun süreli ve başarılı sonuçlar için kesinlikle gereklidir. Örnek verecek olursak, alışverişe tok  iken çıkmak, göz önünde yiyecek bulundurmamak, mutfakta zaman geçirmemek, öğün atlamamak, TV seyrederken atıştırmamak, hareketli kişilerle arkadaşlık etmek, tabakta yemek bırakmaktan çekinmemek, kalanı ara öğünde yemek, lokmayı uzun süre çiğnemek, çiğnerken çatalı kaşığı masaya bırakmak vb.9
  4. İlaç tedavisi: Bu tür ilaçların mutlaka hekim kontrolünde kullanılması şarttır. Obezite tedavisinin başarılı olması için hastanın ilaç tedavisinin yanı sıra diyet ve egzersizi sürdürmeyi kabul etmesi ve bundan sonra belli aralıklarla kontrole gelmesi şarttır.
  5. Endoskopik tedaviler: Bu grupta yer kaplayıcı ve/veya hacim kısıtlayıcı teknikler ve emilimi bozan teknikler yer alır. Yer kaplayıcı tekniklere örnek olarak mide balonu(intragastric balloon)10 ve transpyloric shuttle11 verilebilir. Emilimi azaltıcı endoskopik yöntem olarak ise duodenal mucosal resurfacing11 örnek olarak verilebilir. Mide balonu, endoskopik yöntemle mide içerisine gönderilen silikon bir balonun metilen mavisi içeren serum fizyolojik ile şişirilmesi yöntemidir. Böylece mide içinde hacim oluşturarak erken doyma ve tokluk hissi verir. Aşırı obezlerin ameliyata hazırlık döneminde yağlı karaciğerinin küçültülmesi ve ameliyatın zorluk derecesini azaltmak için kullanılan bu balonlar, bugün aşırı kilolu (BMI: 25-29,9) ve kontrolsüz yandaş hastalığı olmayan sınıf 1 obez kişilerin(BMI: 30-34,9) kilo vermesi amacıyla da kullanılmaktadır (Şekil 1)

  1. Cerrahi tedavi: Obezite tedavisinde en başarılı yöntem cerrahi yöntemdir. Bu konuda cerrahi yaklaşım temelde ikiye ayrılır. Besinlerle alınan enerjinin azaltılmasına yönelik bariyatrik cerrahide hedef, ya besinlerin gastrointestinal sisteme hacim olarak alım miktarını azaltmak veya bu besinlerin emilimlerini azaltmaktır. Bu amaçla tarihsel süreçte vertical sleeve gastroplasti(terkedildi), ayarlanabilir gastrik band uygulaması12 (günümüzde nadiren tercih edilir), sleeve gastrektomi13, Roux-en-Y gastric bypass14, mini gastric bypass15 gibi yöntemler kullanılmaktadır. Bu cerrahilerin sonucunda hem sisteme giren enerji azaltılmış olurken hem de sindirim sisteminden salınan inkretinler yardımıyla glukoza bağlı insülin sekresyonu uyarılır, gastrik boşalma geciktirilir ve iştah bastırılır. Bu etki kombinasyonu, glukoz homeostazına, özellikle postprandial glukozun kontrolüne önemli bir katkı sağlar. Bu şekilde aynı zamanda kilo vermeyi desteklerler.

Obezite cerrahisinde günümüzde en çok tercih edilen cerrahi teknikler:

Obezite cerrahisinin kilo vermeye etkisi 3 şekilde olur:

1-Hacim kısıtlayıcı, restriktif teknikler:

a) Laparoskopik ayarlanabilir gastrik band(LAGB): Laparoskopik ayarlanabilir gastrik band(Laporoscopic Adjustable Gastric Banding:LAGB), ilk kullanıma girdiğinde tekniğin kolaylığı ve anatomik olarak bir değişiklik yapılmaması nedeniyle kısa sürede popüler olmuştur. Özefagogastrik bileşkede oluşturulan bir tünelden geçilerek bu silikon bandlar mideye yerleştirilir16. Ayarlanabilir olması için cilt altına kemoterapi portlarına benzer bir port yerleştirilir. Buradan özel bir iğneyle girilerek serum fizyolojik ile lümen çapı ayarlanır. Örneğin çok kilo kaybetti ise söndürülür. Kilo kaybı yetersiz gidiyorsa şişirilir. Ancak zaman içerisinde bu balonların kayması, mide duvarını delerek mide içine göç etmesi, port yeri infeksiyonları gibi bir çok komplikasyonu ortaya çıkmış olup günümüzde çok seçilmiş olgularda nadiren kullanılmaktadır17 (Şekil 2)

Şekil 2: Laparoskopik Ayarlanabilir Gastrik Band(LAGB) ve ayarlanamayan MiniMizer Gastrik band tipleri.

b) Sleeve gastrektomi(tüp mide): Sleeve gastrektomi laporoskopik olarak midenin dikey planda yaklaşık olarak %75-80 oranının cerrahi olarak çıkartılması tekniğidir (Şekil 3) Bu ameliyat aslında daha karmaşık bir ameliyat olan biliopankreatik diversiyon tekniğinin ilk evresini oluşturuyordu. Ancak ikinci evre ameliyatı beklerken hastalarda ciddi komorbiditelerde düzelme ve yeterli kilo kaybı gözlendi. Bunun üzerine 2000’li yılların ilk yarısında tek başına bir obezite cerrahisi tekniği olarak yapılmaya başlandı. Sleeve gastrektomide normal anatomik sıralama değişmemektedir. Gıdaların, vitaminlerin ve eser elementlerin emiliminde ciddi bir bozulma olmamaktadır. Bu nedenle günümüzde en sık uygulanan cerrahi teknik haline gelmiştir18-25

Şekil 3: Laparoskopik sleeve gastrektomi. Bu ameliyat laparoskopik olarak endostapler dediğimiz özel gereçlerle yapılmaktadır. (shutterstock stok no:1135976798)

2. Emilimi kısıtlayıcı, malabsorbtif teknikler:

a) Jejuno kolik bypass(terk edildi),

b) End-to-side jejuno ileal bypass

3. Hacim kısıtlayıcı + emilim kısıtlayıcı(restriktif + malabsorbtif) teknikler:

a)Roux-en-Y gastrik bypass: Kilo kaybı için yapılan hem hacim kısıtlayıcı ve hemde emilim bozucu bir tekniktir. 1970’li yıllardan beri obezite tedavisi için kullanılmaktadır26. Bu ameliyatta midenin proksimalinde küçük bir mide poşu oluşturulur. Ardından ince bağırsaklar Y şeklinde mideye ağızlaştırılır (Şekil 4). Hacim kısıtlayıcı ve emilim bozucu bir teknik olduğundan tip 2 şeker hastalığı bulunan morbid obez bireylerde sleeve gastrektomiye tercih edilir.27 Emilimi bozduğu için ömür boyu beslenme durumu, protein ve vitamin seviyeleri, eser elementler kontrol edilmeli ve gerektiğinde replase edilmelidir.

b)Mini gastrik bypass=MGB=(single anastomosis gastric bypass=SAGB, one anastomosis gastric bypass=OAGB) Minigastrik bypass, Roux-en-Y gastrik bypass ameliyatına alternative olarak geliştirilmiştir28. Bu ameliyat tekniğinde yine bir proksimal mide poşu oluşturulur. Ardından ince bağırsak bu poşa tek anastomozla ağızlaştırılır (Şekil 5). Emilimi bozduğu için takibi Roux-en-Y bypass ile aynıdır.

c)Transit bipartisyon: (Roux-en-Y tipi=TB veya loop TB (single anastomosis sleeve ileostomy=SASI). Transit bipartisyon ameliyatları obez olup(BMI 33-72 arası)29 obeziteye yandaş olarak ortaya çıkan tip 2 diyabetin düzeltilmesi amacıyla geliştirilmiş bir ameliyattır.29 Yine hacim kısıtlayıcı olarak sleeve gastrektomi yapılır ve emilim bozucu olarak tüp mide ile ince bağırsak ağızlaştırılır. İnsülin direncinin yenilmesinde etken olan inkretinlerin ileumdan salınmasına neden olduğu bildirilmektedir.29 Tip 2 diyabetin tedavisinde etkin bir yöntemdir. Yine tip 2 şeker hastalığı bulunan normal kilolu kişilerde uygulanan ileal interpozisyon-transpozisyon ameliyatları yapılmaktadır.30

Son yıllarda hacim kısıtlayıcı + emilim bozucu olarak tek anastomozlu sleeve jejunostomy (SAS-J)31 üzerinde çalışmalar devam etmektedir.

CategoriesBlog

Mide Bandı (Kelepçesi)

Halk arasında mide kelepçesi olarak adlandırılan mide bandı, Morbid obezite tedavisinde uygulanan cerrahi yöntemlerden biridir. Aynı zamanda mide kelepçesi olarak da bilinen bu metod; yemek borusu ile mide bileşkesinin yaklaşık 200 mm altından, midenin çevresine bir band yerleştirme işlemidir.

Mideye yerleştirilen band, ameliyattan 1 ay sonra cilt altındaki port yardımıyla serum enjekte edilerek adım adım şişirilir. Bu uygulamanın en büyük avantajı adından da anlaşılacağı gibi ameliyat sonrasında da ayarlanabilir olmasıdır. Silikondan imal edilen band, mideyi kum saati gibi iki bölmeye ayırır. Üstteki küçük mide poşunun gıdalarla dolması erken doyma hissini sağlamaktadır. Böylece doyma hissi oluştuğundan gıda alımı da direkt olarak azaltılmış olur.

Mide bandı yönteminde temel esas diğer cerrahi yöntemlerde de olduğu hastanın davranışsal alışkanlıklarını ve yeme şeklini değiştirmektir.

Mide Bandlarının Tipleri Nelerdir?

Günümüzde FDA ve CE onaylarına sahip çok sayıda mide bandı bulunmaktadır. Söz konusu bandlar arasındaki en temel fark literatür destekleri başta olmak üzere dolum miktarları, bazı şekilsel farklılıklar ve port yapıları şeklindedir. Bazı bandlar maksimum 6 cc dolum hacmine sahipken, bazıları 9 – 11 cc doluma erişebilmektedir. Bandların mideye sarılan kısmının genişlikleri değişkendir. Bazı bandlar mide arkasından geçirildiğinde doğrudan şekil alan ‘shape memory’ özelliğine sahiptir.

Ülkemizde kullanılan mevcut gastrik bandlar;

  • Lapband (Lap-Band/ Bioenterics Corp, USA),
  • Swedish Adjustable Band (Allergan – Obtech Medical AG of Switzerland),
  • Midband (Medical Innovation Developpement in Lyon, France)
  • A.M.I Soft Gastric Band Premium (A.M.I Agency of Medical Innovation, Austria) ve
  • Heliogast Advanced (Helioscopie, Lyon, France) şeklindedir.

Mide Bandı Nasıl Yerleştirilir?

Mide bandı (kelepçe; ayarlanabilir gastrik band; adjustable gastric band; laparoscopic adjustable gastric banding:LAGB) yöntemi pek çok hastada laparoskopik müdahaleler kullanılarak uygulanmaktadır. Ameliyatta çok küçük kesilerin yapılması hastanın kısa sürede günlük hayatına dönmesini sağlamaktadır. Hasta ameliyat sonrasını takip eden 12 – 24 ay içerisinde fazla kilolarının yaklaşık yüzde 60 – 80’ini kaybetmektedir. Mide bandında herhangi bir sorun oluşmadığı takdirde bu hastaların kilo alma riski bulunmamaktadır.

Mide Kelepçesi Ameliyatı Nasıl Yapılır?

Mide kelepçesi ameliyatı yemek borusu ile midenin birleştiği kısmın 3 – 4 cm kadar altına silikon band takılması yöntemidir. Midenin üst kısmındaki bölüm daha küçük olacağı için hasta daha az gıda tüketerek tokluk hissi yaşamaktadır.
Hasta Pozisyonu: Hasta ameliyat masasına sırtüstü yatırıldıktan sonra ayakları 30aşağıya doğru olacak şekilde bükülür. Operatör, ters Trendelenburg pozisyonundaki hastanın bacaklarının arasında çalışır.

Batının Gazla Şişirilmesi (Insuflasyon): Yapılan göbek üstü kesiden Verres adı verilen özel bir iğneyle girilir. Veya cerrahın deneyimi var ise optik trokar(görüntülü trokar) ile katları tek tek görerek daha güvenli bir batına giriş ve insuflasyon sağlanır. İlk kesi; göğüs kemiğinin yaklaşık 6 parmak altında ve orta kısmına yapılmaktadır. Optik kameranın gireceği bu kesi yaklaşık 10 mm uzunluktadır. Batın içi basıncı 15 mmHg olacak şekilde karbondioksit gazıyla doldurulur. Bunun amacı bağırsakların ve batın içi organların geri itilerek, organların yaralanmalardan korunmasıdır.

Trokar ve El Aletlerinin Girilmesi: Mevcut kesilerden içeri toplam 5 adet trokar (aletlerin içinden geçeceği kanül) girilmektedir.

Disseksiyon: Anestezi uzmanı ucunda şişirilebilir balon olan nazogastrik tüpü mideye yerleştirir. Intragastrik balon 2.5 cc serumla şişirilerek geri çekilir. Bu şekilde balonun gastroözofageal bileşkeye takılması sağlanır. Midedeki bu kabartı, cerrahın nereden disseksiyona başlayacağına da karar vermesini sağlar.

Küçük Kurvaturun Disseksiyonu: Bu disseksiyon, zedelememeye azami gayret gösterilerek mümkün olduğunca mide duvarına yakın yapılmalı ve laterjet siniri mutlaka korunmalıdır.

Frenogastrik Ligamentin Disseksiyonu: Gastrik fundus yani midenin üst bölümü, en dıştaki trokardan girilmek suretiyle grasper ile tutularak aşağıya doğru çekilir. Böylece frenogastrik ligament adı verilen mideyle diafragma arasındaki bağın gerilmesi sağlanır.

Retrogastrik Tünel: Endograsp Roticulator veya Articulating Dissector sağ üst kadrandaki trokardan girilerek direkt görüş altında retrogastrik tünelden ilerletilir. Ardından alet açılandırılarak frenogastrik lihament disseksiyon alanında yani karşı tarafta görülebilir olması sağlanmaktadır.

Bandın Girilmesi ve Yerleştirilmesi: Genellikle 10 mm’lik en dıştaki trokardan bandın tüp kısmı batına yerleştirilir. Bu uç endograsp rotikulatörle tutturulur ve disseksiyon yapan alan seviyesinde midenin arkasından geçirilir. Bandın tüpü, kilit mekanizmasının içinden geçirildikten sonra silikon band midenin etrafına oturtularak, sıkılaştırılır.

Band Pozisyonunun Ayarlanması: Anestezi uzmanı 15 cc ile oral gastrik kalibrasyon tüpünü tekrar şişirir ve gastroözofageal bileşkeye takılana kadar geri çeker. Cerrah bu aşamada bandın doğru yerleştirildiğini kontrol ederek, uygun olması durumunda tüp kısmını çekerek, bandın kilitlenmesini sağlar.

Bandın Kalibrasyonu: Oral gastrik kalibrasyon tüpünün uç kısmında basınç sensörleri bulunmaktadır. Batın boşluğunun dışına alınan tüpe yerleştirilen bir enjektör yardımıyla serum fizyolojik verilerek bandın balon kısmı doldurulur. Bu manevra gastrotonometre elektronik sensör lambalarının yanmasına yol açar. Söz konusu işlem dördüncü lamba yanana kadar devam ettirilir.

Sütürlerle Bandın Tespiti: Bandın kaymasını engellemek için midenin en dışındaki seroza tabakasından, bandın üst ve altından geçecek şekilde dört veya beş dikiş konulur.

Portun Yerleştirilmesi: En dıştaki porttan bağlantı tüpü çıkarılarak, uygun uzunlukta kesildikten sonra tekrardan porta monte edilir. Port, banda göre dört veya beş sütürle fasyaya tutturulur. Bu port sayesinde bandın doluluğu ve mide poşunun çıkışındaki açıklık dışarıdan kolayca ayarlanabilmektedir.

Bandın Ayarlanması: İlk dolum işlemi kilo vermenin takibiyle ilişkili olarak 1.5 – 2 ay sonra gerçekleştirilmektedir.

Sindirim Sisteminde Değişiklik Yapılmakta mıdır?

Mide bandı veya başka bir deyişle mide kelepçesi ameliyatının en büyük avantajı mide anatomisinin kesinlikle bozulmamasıdır. Mide veya bağırsaklarda hiçbir kesme, dikme işlemi yapılmadığı için anastomoz kaçak başta olmak üzere sızıntı, kanama ve enfeksiyon gibi komplikasyonlar en aza indirilmektedir. Söz konusu ameliyat obezite cerrahisinin en basit tipi olup, istenildiği anda ayarlanarak geri dönüştürülebilir bir işlemdir.

Erken Dönem Yan Etkileri

Mide bandı ameliyatının erken dönemdeki yan etkileri şu şekildedir:

Kusma: İşlem sonrasında bazı hastalar yemek yedikten sonra en az bir iki kez ağrı ve kusma ile karşılaşırlar. Bu durum çok fazla ya da çok hızlı yemekten dolayı kaynaklanmaktadır. Yiyecekler küçük parçalar şeklinde yavaş olarak tüketildiğinde hastalar mideden gelen tokluk sinyallerini zaman içerisinde algılamayı öğrenirler. Yeme şekli değiştirilmesine rağmen bulantı, ağrı ve kusma devam ettiği takdirde yeme eylemi derhal durdurulmalıdır. Düzenli kusma ciddi bir belirti olduğundan doktorunuzla mutlaka iletişime geçmeniz gerekmektedir.

Kabızlık: Birçok hasta ameliyattan sonra kabızlık problemi ile karşılaşmaktadır. Bu durum temel olarak gıda alımı ve feçes miktarının azalmasına dolayısıyla da bağırsak hareketlerinin yavaşlamalarına bağlıdır.

Saç Dökülmesi: Pek çok hasta ameliyatı takip eden ilk 6 ay içerisinde artan saç dökülmesinden şikayet etmektedir. Bu durum genellikle relatif yetersiz beslenmeye bağlı vitamin ve protein eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Olası Komplikasyonlar

Avrupa’da da yaygın bir şekilde yapılan mide bandı (kelepçesi) ameliyatında risk oranı yaklaşık olarak binde 3 – 4 civarında olmaktadır. Olası komplikasyonların sebebi; band delinmesi gibi postoperatif komplikasyonların yanı sıra genellikle ameliyat sonrasında hastanın diyet kılavuzuna uymamasıdır.

Mide bandı (kelepçesi) ameliyatının olası komplikasyonları şu şekildedir:

Enfeksiyon: Bazı vakalarda bandın çıkarılmasını gerektirecek kadar şiddetli enfeksiyon belirtileri izlenmiştir. Bu komplikasyonlardan kaçınmak için enjeksiyon sırasında steriliteye maksimum düzeyde özen gösterilmesi gerekmektedir.

Band Problemleri: Günümüzde bandların teknolojik olarak gelişmesi delinme gibi problemleri de en aza indirgemiştir. Bandın delinmesi durumunda hastalar birden kilo almaya başlarlar. Bu durumda hastanın yeniden ameliyat edilerek bandın yenisiyle değiştirilmesi gerekmektedir.

Band Migrasyonu: Band migrasyonu, bandın mide duvarını yavaş yavaş erozyona uğratarak, mide lümenine geçmesi durumudur. Böyle bir durumda olan hastalar hızlı şekilde ameliyat öncesindeki kilolarını geri alırlar.

Port Problemleri: Vakaların genellikle yüzde 4’ünde görülen port problemleri; portun kayması ve bağlantı tüpünün delinmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.

8 Altın Kural

  • Yiyeceklerinizi kesinlikle çok yavaş yemelisiniz.
  • Yemeklerinizi çok iyi çiğneyerek tüketmelisiniz.
  • Soda, gazoz ve kola gibi asitli içeceklerden kesinlikle uzak durmalısınız.
  • Su içmeyi öğün aralarında yapmalısınız.
  • Gıdaları küçük parçalara bölerek yemelisiniz.
  • Çiğnemenizin yeterli olup olmadığını saptamak için dişlerinizi kontrol ettirmelisiniz.
  • Doygunluğun ilk sinyallerini aldığınızda yeme işlemini bırakmalısınız.
  • Yetenek ve tercihlerinize uygun olarak haftada iki kez çeşitli ezgersizlere katılmalısınız.

Beslenme

Mide bandı ameliyatından sonra hastaların küçük miktarlarda sağlıklı gıdalar tüketmeye özen göstermeleri gerekmektedir. Bu gıdalar proteinden zengin ve katı formda olmalıdır. Bu miktar yaklaşık yardım bardaktır. Yarım bardak ölçüsü reel bir ölçümden çok, bir konsepttir.
Protein, mide bandı hastalarının en önemli makro besinidir. Bu nedenle proteinden zengin gıdalar tercih edilmeli ve günde yaklaşık 50 gr protein tüketilmelidir. Hastaların günlük protein alımları takip edilmeli ve kan seviyeleri düzenli olarak ölçülmelidir. Ortalama enerji alımı ise 1500 kaloriyi aşmamalıdır.

En iyi protein kaynağı ettir. Ancak kırmızı etin çiğnenmesi ve parçalanması güç olabilir. Bu nedenle balığın çiğnenmesi daha kolaydır ve pek çok balık türü protein açısından çok daha zengindir. Beyaz et ise nispeten çiğnenmesi daha kolay bir gıdadır. Yumurta, yoğurt ve peynir mükemmel protein kaynaklarıdır. Hayvansal kaynaklar dışında baklagillerden de protein sağlanabilir. Yarım bardağın yarısı proteinlere ayrılmalı, diğer yarısı ise meyve ya da sebzeden oluşmalıdır.

Her zaman minimal işlemden geçmiş, doğal gıdalar tüketilmelidir. Gıdaları lezzetlendirmek için baharat kullanımının ise hiçbir sakıncası bulunmamaktadır.

Ne Zaman Yemeli?

Mide ameliyatından sonra bir hasta günde üç ya da daha az öğün tüketmelidir. Eğer hasta yeşil zone’daysa – ki bu bandının doğru ayarlandığı anlamına gelir – öğünler arasında yeme ihtiyacı hissetmeyecektir. Bu nedenle hastalar, öğünler arasında atıştırmamaları konusunda uyarılmalıdır. Eğer öğleden sonra açlık hissedilirse küçük miktarda ve yüksek kalitede gıda alabilirler. Bu bir parça sebze ya da meyve olabilir. Eğer hasta yeşil zone’da değilse doktorunu mutlaka ziyaret etmelidir.

Nasıl Yemeli?

Yiyecekler küçük lokmalar şeklinde ve iyi çiğnenerek yenmelidir. Yarım bardak gıda küçük bir tabağa konulmalıdır. Mutlaka küçük çatal ve kaşık kullanılmalıdır. Her lokma minimum 20 saniye çiğnenmelidir. Bu gıdaların yeterince parçalanmasını sağlayacaktır. Hastalar yemenin keyfine varmaları konusunda motive edilmelidir. Gıdalar ancak yeterince çiğnendikten sonra yutulmalıdır.

Hastalar başka bir lokma almadan önce ilkinin tamamen banddan geçmesini beklemelidir. Normalde bu iki veya altı peristaltik kasılma gerektirir. Bu da yaklaşık 1 dakikaya denk gelir. Bu nedenle hasta iyi çiğnenmesi, yutması ve en az 1 dakika beklemesi konusunda kesinlikle uyarılmalıdır.

Bir öğün 20 dakikadan fazla sürmemelidir. Bu da her lokma için birer dakikadan 20 küçük lokma anlamına gelmektedir. Hasta muhtemelen bu sürede yarım bardak gıdayı bitiremeyecektir. Bu durumda tabakta kalan gıda atılmalıdır. Mide bandı geçiren her hasta tabağında kalan gıdayı atabileceğini bilmelidir.

Optimal band dolumu ve iyi yeme alışkanlıklarıyla hastalar 20 veya daha az lokmadan sonra açlık hissetmemektedir. Açlık hissedilmediği takdirde yeme eylemi kesinlikle bırakılmalıdır. Mide bandı ameliyatı olduktan sonra hastalar yemekten sonra şişmiş hissetmeyi beklememelidir. Şişmiş hissetmek; gıdanın bandın üzerinde durakladığı ve LECS’nin en önemli parçasının gerildiği anlamına gelir. Bu durum kronikleşirse LECS mekanizmasını tahrip eder.

Hasta yarım bardak yedikten sonra hala aç olduğunu hissediyorsa bu büyük ihtimalle yeşil bölgede olmadığı ve doluma ihtiyaç gösterdiği anlamına gelir.

CategoriesBlog

Metabolik Cerrahi Uzmanı Kimdir? Hangi Cerrahileri Yapar?

Obezite ve obezitenin cerrahi tedavilerine dair internette araştırma yaptıysanız veya bu konularda tıbbi hizmet almış tanıdıklarınızla, çevrenizdeki kişilerle konuştuysanız bariatrik cerrahi, obezite cerrahisi terimlerinin yanında mutlaka metabolik cerrahi terimini de duymuş olmanız olası.

Genel olarak obezite tedavisi ve metabolik rahatsızlıkların tedavisi üzerine uzmanlaşmış cerrahlar, bu alanlarda hastalarına tıbbi hizmet veriyor.

Obezite cerrahisi, obez bireylerin kilo kontrolünü sağlamak için yapılan cerrahi işlemleri ifade ediyor. Bariatrik cerrahi ise bu cerrahi işlemleri gerçekleştirirken cerrah tarafından kullanılan tıbbi bilgi, cerrahi bilgi ve teknikleri ifade etmek için kullanılan Yunanca kökenli karşılığıdır ( Bar-: Ağırlık + tedavi: -iatri= Bariatri). Peki obezite cerrahisi, kilo sorununu çözmek için yapılan cerrahi işlemleri anlatıyorsa, metabolik cerrahi nedir?

Metabolik sendromun tedavisinde VKİ’den bağımsız olarak, Tip 2 diyabet hastalığının cerrahi tedavisi için yapılan cerrahi prosedürleri ifade etmek için metabolik cerrahi, bu işlemleri yapan cerraha ise metabolik cerrahi uzmanı deniyor. Metabolik cerrahide de obezite cerrahisinde olduğu gibi bariatrik cerrahi teknikleri kullanılıyor. Bu tekniklerin bazıları ancak ileri merkezlerde yetkin bir kurulun değerlendirmesi sonucu uygun görülen hastalara yapılan özel cerrahi tekniklerdir. Bu cerrahi tekniklerden hangisinin size uygun olduğuna metabolik cerrahi uzmanınızla birebir görüştüğünüzde ve bazı özel testlerden sonra ancak karar verilebilir. Her cerrahi yöntem her hasta için uygun olmayabilir. Bireysel karar verilmesi şarttır.

Son yıllarda özellikle sanayii devriminden sonra fast food kültürü ile birlikte obezite ve tip 2 diyabet, toplumda önemli bir sağlık sorunu haline geldi ve geleneksel tedavi yöntemleriyle yeterli sonuçlar alınamadığında metabolik cerrahi bir seçenek olarak düşünülüyor. Bu cerrahi müdahaleler, mide hacminin azaltılması, sindirim yolunun değiştirilmesi veya her ikisinin kombinasyonuyla obezite ve diyabetin kontrol altına alınmasına yardımcı olur.

Bir kavram olarak bariatrik cerrahi teknikleri konusunda uzmanlaşmış, obezitenin ve metabolik hastalıkların tedavisi alanında çalışan cerrahlara Obezite ve Metabolik Cerrahi uzmanı deniyor.  O zaman metabolik cerrahiye biraz daha yakından bakmaya ne dersiniz?

Metabolik Cerrahi Uzmanı Kimdir? Hangi Hastalıkların Tedavisiyle İlgilidir?

Tip 2 diyabet hastalığı olanlar, obezite nedeniyle gelişen insulin intoleransı nedeniyle tip 2 diyabet hastası tanısı alanlar, metabolik cerrahinin şifa verebildiği hasta grupları. Kandaki şeker oranının kontrolü ve tip 2 diyabet hastalığının kompleksleşen olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılmasının ilk basamaklarının başında dengeli bir kilo, doğru beslenme ve fiziksel olarak hareketli olmak geliyor. Ancak yapılan tedaviler, diyetler, ilaç kullanımının hastalara istedikleri yaşam konforunu sağlamakta yetersiz kaldığı da çokça görülen bir durum. İşte burada metabolik cerrahi ve dolayısıyla metabolik cerrahi uzmanları devreye giriyor.

Metabolik cerrahi, tip 2 diyabetin tedavisi dışında yine metabolik sendrom rahatsızlıkları olan hiper tansiyon, yüksek kolesterol gibi rahatsızlıkların da tedavisinde baş vurulan bir cerrahi.

Son dönemlerde metabolik cerrahi alanında geliştirilen yöntemler sayesinde bu cerrahinin başarı oranları da gittikçe artıyor. Özellikle erken tanı konulan bu rahatsızlıkların tedavisinde metabolik cerrahinin çok etkili olduğu söylenebilir.

Metabolik Cerrahi Ameliyatları

Metabolik cerrahi ameliyatları, obezite ve tip 2 diyabet gibi metabolik hastalıkların tedavisinde etkili bir yol sunar. Bu ameliyatlar, hastanın durumuna ve ihtiyaçlarına göre farklı tiplerde yapılabilir. En yaygın metabolik cerrahi ameliyatları arasında tüp mide ameliyatı, çeşitli gastrik bypass teknikleri(klasik Roux-en-Y bypass, Mini Gastric Bypass(MGB, One Anastomosis Gastric Bypass-OAGB), biliopankreatik diversiyon, duodenal switch, SADI-S( Sleeve gastrectomy + Single Anastomosis Duodeno Ileostomy), transit bipartisyon, SASI(Single Anastomosis Sleeve Ileostomy), SASJ(Single Anastomosis Sleeve Jejunostomy) ve diverted / nondiverted sleeve gastrectomy + ileal interpozisyon yer almaktadır. Tüp mide ameliyatında mide hacmi küçültülürken, gastrik bypass işleminde mide ile ince bağırsak arasında bir bağlantı oluşturularak sindirim sisteminin bir kısmı atlanır. Biliopankreatik diversiyon ise mide hacminin küçültülmesi ve sindirim yolunun değiştirilmesinin birleştirildiği bir prosedürdür. Size en uygun metabolik cerrahiden sonra hızla bütün kullandığınız ilaçları bırakacaksınız, kaliteli bir yaşama merhaba diyeceksiniz.

Türkiye’de metabolik cerrahi ve obezite cerrahisi alanında çalışmalarıyla önde gelen akademisyen hekimlerden olan Obezite ve Metabolik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Burak Kavlakoğlu’nun herkesin anlayabileceği dille anlattığı metabolik cerrahi yöntemleri hakkında daha fazla bilgi için aşağıdaki linkleri gözden geçirebilirsiniz.

Metabolik Cerrahi Uzmanı İstanbul

Metabolik cerrahi, sindirim sistemi anatomisini değiştirmesinin ötesinde metabolizma düzenleyici fizyolojik ve biyokimyasal değişiklikleri ifade eder.

İstanbul, sadece Türkiye’nin değil merkezinde bulunduğu Asya, Avrupa ve ortadoğunun da sağlık alanında, sağlık turizminde önemli bir merkezi. Metabolik cerrahi alanında hizmet veren alanında son derece tecrübeli metabolik cerrahi uzmanlarına ve sağlık kuruluşlarına sahip İstanbul’da bu alanda son derece iyi sağlık hizmeti alabilirsiniz.

Metabolik Cerrahi Ameliyatlarının Zararları, Riskler Var Mı?

Her cerrahi prosedürde olduğu gibi metabolik cerrahi ameliyatları da belirli riskleri içerir. Bu risklerin başında enfeksiyon, kanama, anestezi reaksiyonları ve yara iyileşmesi sorunları gelir. Ayrıca, metabolik cerrahi sonrası dikkat edilmesi gereken önemli noktalardan biri de beslenme düzeninin değişmesidir. Ameliyat sonrası uygun beslenmeme durumunda vitamin ve mineral eksiklikleri görülebilir. Bu nedenle, metabolik cerrahi uzmanı, ameliyat öncesinde ve sonrasında hastalarını detaylı bir şekilde bilgilendirir ve takip eder.

CategoriesBlog

İnsülin Direnci

İnsülin direnci, normal konsantrasyondaki insülinin normalden daha az biyolojik yanıt oluşturması durumudur. Ya da insülinin metabolik etkilerine karşı direnç durumu olarak da adlandırılabilir. İnsülinin metabolik etkileri, endojen olarak üretilen glukozun basklanması, periferik glukoz tutulumunun (ağırlıklı olarak kaslarda) ve glukoneogenezin uyarılması ve de yağ dokusundaki lipolizin baskılanmasıdır.

Normalde insülin karaciğerde glukoneogenezi(diğer maddeleri şekere dönüştürme)ve glikojenolizi(depo şeker olan glikojeni şekere dönüştürme) inhibe ederek karaciğerde glukoz(şeker) üretimini baskılar. Ayrıca glukozu kas ve yağ dokusu gibi periferik do- kulara taşıyarak burada ya glikojen olarak depolanmasını ya da enerji üretmek üzere okside olmasını sağlar. Yani net sonuç kan şekerinin DÜŞMESİDİR. İnsülin direncinde

insülinin karaciğer, kas ve yağ dokusundaki bu etkilerine karşı direnç oluşarak karaciğerin glukozu  düşürme etkisi bozulur. Kas ve yağ dokusunda da insülin aracılığıyla olan glukoz tutulumu azalır. Bu durumda ortamdaki insülin, bu direnci karşılayacak kadar insülin artışı ile kan şekerini düşürmeye çalışır. Böylece kan şekerini düşürmek için Punkreas beta hücreleri sürekli olarak insülin salgısını artırırlar. Sonuçta normal şekeri düzeyi sağlanırken insülin düzeyinde normalden 2 kat yüksek bir seviye oluşur. Bu durum pankreasın aşırı kapasiteyle çalışmasına neden olur.

İnsülin direnci tip 2 diyabet ve obezitede sık görülmekle birlikte obez olmayan ve normal OGTT’si olan sağlıklı bireylerin %25’inde ve esansiyel hipertansiyonlu hastaların da %25’inde (insülin direnci) saptanmıştır. Bu yüzden insülin direnci toplumda sık rastlanan ve yaygın bir durumdur. 1988’de Reaven şişmanlık, diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi ve aterosklerotik kalp hastalıklarının tesadüften öte bir sıklıkta aynı hastada bulunmalarını gözlemleyerek bunların aynı metabolik bozukluktan kaynaklandığını ileri sürmüştür. Bundan yola çıkarak Reaven insülin direnci, hiperinsülinemi, obezite, glukoz tolerans bozukluğu, hipertrigliseridemi, azalmış iyi yani HDL-kolesterol konsantrasyonu, hipertansiyon ve koroner hastalıktan oluşan insülin direnci sendromunu (sendrom X)’i tarif etmiştir. Bu hastalık grubu daha sonra metabolik sendrom adını almıştır bunlar arasında özellikle insüline bağımlı olmayan diyabet, esansiyel hipertansiyon ve koroner kalp hastalığı önemi giderek artan Morbidite ve mortaliteden sorumlu olmakla birlikte yinede insülin direnci ile bunlar arasındaki bağlantı kısmen aydınlatılabilmiştir.

İnsülin rezistansı diyebilmek için bazı kriterler olması gerekir. Bunlar:

  • Hiperinsülinemi (nondiyabetik nüfusun en üst 1/4’ü)
  • Aşağıdakilerden iki veya daha fazlasının pozitifliği:
    • Açlık plazma glukozu > 110 mg/dl
    • Kan basıncı > 140/90 mmHg
    • TG (Trigliserid) > 200 mg/dl
    • HDL < 50 mg/dl
    • Bel çevresi > 94 cm (erkek)
    • Bel çevresi > 80 cm (kadın)
CategoriesBlog

Metabolik Sendrom

Kardiyovasküler hastalıkların gelişiminde rol alan ve ortak etyopatogenezi paylaştıkları düşünülen çeşitli risk faktörlerinin birarada bulunması metabolik sendrom olarak adlandırılmaktadır. Metabolik sendrom, aterosklerotik hastalıklar ve tip 2 diyabetin en önemli ve en sık görülen nedenleri arasında yer alır.

İlk kez 1988’de Reaven, çeşitli risk faktörlerinin sıklıkla birarada bulunduğu dikkat çekmiş ve sendrom X olarak adlandırdığı bu beraberliğin kardiyovasküler hastalıkların gelişme riskini arttırdığını belirtmiştir.1 Metabolik sendromun temel bileşenlerini abdominal obezite, insülin direnci, artmış kan basıncı ve lipid bozuklukları oluşturmaktadır. Bu tabloda insülin direncinin merkezi bir rolü olduğu ileri sürülmüştür. İnsülin duyarlılığı, insülinin iskelet kası başta olmak üzere insüline bağımlı çeşitli dokulardaki glukoz alımına cevaplılığını, adipoz dokuda lipolizi ve karaciğerde glukoneogenezi baskılama yeterliliğini gösterir. Obezite, sedanter yaşam tarzı, sigara içimi, düşük doğum ağırlığı ve perinatal malnutrisyon da insülin direnci gelişimi ile ilişkili bulunmuştur. Adipoz doku ve bu dokudan salgılanan hormonlar, hipotalamus-hipofiz-adrenal aks bozuklukları, ilerleyen yaş, genetik ve çevresel nedenler de rol alan diğer faktörler arasındadır. Yakın zamanda elde edilen veriler obezite, insülin direnci, kardiyovasküler hastalıklar, tip 2 diyabet ve hipertansiyon gibi metabolik sendromun çeşitli bileşenlerinde düşük dereceli inflamasyonun etkili olduğunu göstermektedir.2

Metabolik sendrom sıklığı ilerleyen yaş ve vücut ağırlığı artışıyla artar, aynı zamanda incelenen toplumlara göre de değişkenlik göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 20 yaş ve üzeri kişilerde metabolik sendrom sıklığı % 27 bulunmuş, metabolik sendrom sıklığının kadınlarda daha hızlı olmak üzere artmakta olduğu saptanmıştır.3 Ülkemizde, 2004 yılında yapılan METSAR (Türkiye Metabolik Sendrom Araştırması) sonuçlarına göre 20 yaş ve üzerindeki erişkinlerde metabolik sendrom sıklığı % 35 olarak saptanmıştır. Bu araştırmada kadınlarımızda metabolik sendrom sıklığı erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur (kadınlarda % 41.1, erkeklerde % 28.8).4 Bu sonuçlar bel çevresi sınırları erkeklerde 102 cm, kadınlarda 88 cm olarak yapılan değerlendirmede elde edilen verilere dayanmaktadır. Bugün kabul edilen 94-88 cm sınırları alındığında oran daha da yükselmektedir.
Metabolik sendromun en yaygın kabul gören tanımlama kriterleri şunlardır:

  • Abdominal obezite: bel çevresi erkeklerde >94 (veya >102) cm, kadınlarda >80 (veya >88) cm,
  • Trigliserid yüksekliği (≥150 mg/dl),
  • HDL kolesterol düşüklüğü (erkeklerde<40 mg/dl, kadınlarda <50 mg/dl),
  • Kan şekeri yüksekliği (açlık plazma glukozu ≥100 mg/dl), Kan basıncı yüksekliği (≥135/80 mmHg)

Bu kriterlerden herhangi üçünün bir kişide bulunması metabolik sendrom olarak kabul edilir.5 Uluslararası Diyabet Federasyonunun tanımlamasında bu üç kriterden birinin mutlaka abdominal obezite olması şartı vardır. 6 Ülkemizde abdominal obezite için erkeklerde 94cm kadınlarda 84 cm.bel çevresi sınırları olarak alınması daha uygundur.
Tanı kriterleri arasında yer almamakla birlikte, proinflamatuvar ve protrombotik durum da metabolik sendrom başlığı altına alınmıştır.

Genetik özellik yanında, çevresel faktörlerin etkisi ile ortaya çıkan bir hastalık olan metabolik sendromda öncelikli yaklaşım, yaşam tarzının düzenlenmesi olmalıdır. Amaç diyabet ve kardiyovasküler hastalıkların önlenmesidir. Uygun bir beslenme ve egzersiz programı ile sağlanan kilo kaybı, metabolik sendromda gözlenen tüm bozuklukları düzeltici yönde etki sağlar. Bu yaklaşımla, genel ve kardiyovasküler mortalitenin azaltılabileceği gösterilmiştir.7

Metabolik sendromlu hastaların sigara ve alkol kullanmalarının kardiyovasküler, metabolik ve hepatik komplikasyonları artıracağı aşikardır. Bu nedenle, yaşam tarzı değişiklikleri anlatılırken sigara ve alkol konusu da önemle vurgulanmalıdır.

Yaşam tarzı değişikliklerinin yetersiz kaldığı durumlarda farmakolojik tedavi gerekmektedir. Dislipidemiye yönelik tedavide LDL kolesterolü düşürmek birincil hedeftir. Bu amaçla statinler kullanılır.8 Trigliserid yüksekliği ve HDL kolesterol düşüklüğü için fibrat tedavisi düşünülebilir.9

Metformin ve tiazolidindionların insülin direncini azaltıcı etkileri vardır. Tiazolidindionların kilo artışına yol açan etkileri metabolik sendromda kullanmılarına engel teşkil etmektedir. Metformin klinik kullanım için uygun olabilir.

Ancak, hiperglisemisi olmayan bireylerde yalnızca insülin direncini azaltmak amacıyla farmakolojik tedavi henüz önerilmemektedir.

Endojen kanabinoid reseptörlerine yönelik olan rimonobant ile yapılan çalışmalarda kilo kaybı ve metabolik parametrelerde düzelme olduğu görülmüştür.10 Ancak psikiyatrik yan etkileri nedeniyle bu ilaç klinik kullanımdan geri çekilmiştir.

Metabolik sendromlu hastalarda antihipertansif ilaçların kan basıncına etkileri yanında metabolik parametrelere etkileri de dikkate alınmalıdır. Antihipertansif tedavinin kan basıncını kontrol etmesi, hedef organ hasarını önleyebilmesi, metabolik parametreleri olumlu etkilemesi veya en azından olumsuz etkilememesi beklenir.
Aterotrombotik komplikasyonları önlemek amacıyla düşük doz, riskli hastalarda günlük 75– 100 mg aspirin önerilir.

KAYNAKLAR
1 Reaven GM. Role of insulin resistance in human disease. Diabetes 37:1595-1607, 1988
2 Das UN. Minireview: Is metabolic syndrome X an inflammatory condition? Exp Biol Med 227: 989-997, 2002
3 Earl S. Ford ES, Giles WH, Mokdad AH. Increasing Prevalence of the Metabolic Syndrome Among U.S. Adults. Diabetes Care 27(10):2444-2449, 2004
4 Metabolik Sendrom Araştırma Grubu. METSAR sonuçları. XX.Ulusal Kardiyoloji Kongresi. Antalya, 2004.
5 Grundy SM, Cleeman JI, Daniels SR, Donato KA, Eckel RH, Franklin BA, Gordon DJ, Krauss RM, Savage PJ, Smith SC Jr, Spertus JA, Costa F; American Heart Association;

National Heart, Lung, and Blood Institute. Diagnosis and management of the metabolic syndrome: an American Heart Association/National Heart, Lung, and Blood Institute Scientific Statement. Circulation. 2005;112(17):2735-52.
6 Zimmet P, Magliano D, Matsuzawa Y, Alberti G, Shaw J.The metabolic syndrome: a global public health problem and a new definition. J Atheroscler Thromb. 2005;12(6):295-300
7 Gregg EW, Cauley JA, Stone K, Thompson TJ, Bauer DC, Cummings SR, et al., for the Study of Osteoporotic Fractures Research Group. Relationship of changes in physical activity and mortality among older women. JAMA;289:2379-86, 2003
8 Grundy SM et al. for the Coordinating Committee of the National Cholesterol Education Program. Implications of recent clinical trials for the National Cholesterol Education Program Adult Treatment Panel III guidelines. Circulation Jul 13; 110:227-39, 2004
9 Rubins HB, Robins SJ, Collins D, et al. Gemfibrozil for the secondary prevention of coronary heart disease in men with low levels of highdensity lipoprotein cholesterol. Veterans Affairs High-Density Lipoprotein Cholesterol Intervention Trial Study Group. N Engl J Med.;341:410–418, 1999
10 Pi-Sunyer FX, Aronne LJ, Heshmati HM, et al. Effect of rimonabant, a cannabinoid-1 receptor blocker, on weight and cardiometabolic risk factors in overweight or obese patients. RIO-North America: A randomized controlled trial. JAMA 295:761-775, 2006.

CategoriesBlog

Metabolik Sendrom Nedir?

Metabolik sendrom, ortak genetik ve çevresel ortamlarda gelişen, bel çevresi kalınlığı, yüksek tansiyon, kan yağlarında kalitatif ve kantitatif bozukluk, kan şekeri yüksekliği ile karakterize bir kardiyometabolik risk faktörleri demetidir. Metabolik sendromlu kişilerde metabolik sendromu olmayanlara göre gelecekte tip 2 diyabet gelişme riski 5 kat, aterosklerotik kardiyovasküler hastalık gelişime riski ise 2 kat daha fazladır.

Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması, polikistik over sendromu, uyku apne sendromu, safra taşı, gastroözofageal reflü, depresyon ve astım da metabolik sendromla ilişkili tablolar arasında sayılmaktadır. Kan şekeri yüksekliği, hipertrigliseridemi, HDL kolesterol düşüklüğü, hepatik transaminaz yüksekliği, hiperürisemi, mikroalbüminüri gibi klasik bulgular yanında CRP ve plazminojen aktivatörü inhibitörü-1 yüksekliği de metabolik sendromun laboratuvar bulguları arasında yer alır.  Küresel bir epidemi olarak kabul edilen metabolik sendromun bir klinik antite olarak ele alınması, tip 2 diyabet ve aterosklerotik kardiyovasküler hastalık gelişimi için yüksek riskli bireylerin tanımlanmasında ve ortak koruyucu yaklaşımların belirlenmesinde yarar sağlayacaktır.

Metabolik Sendrom Tanısı 

Metabolik sendromun farklı organizyonlara ait farklı tanımlamaları bulunmaktadır. Bu tanımlamaların temel bileşenlerini ise bel çevresi kalınlığı, insülin direnci, kan basıncı yüksekliği ve dislipidemi (yüksek trigliserit, düşük HDL kolesterol) oluşturmaktadır. Metabolik sendrom için en son üzerinde uzlaşı sağlanan tanı kriterleri; artmış bel çevresi (topluma ve ülkeye özgü), trigliserit yüksekliği, HDL kolesterol düşüklüğü, kan basıncı yüksekliği ve açlık kan glukozu yüksekliğidir. Tanı için ise bu parametrelerden en az 3’nün varlığı şarttır.

Ülkemizde metabolik sendrom

Metabolik sendrom bir çok ülkede erişkin populasyonun %20 ile %30’nu etkileyen önemli bir halk sağlığı sorunudur. Epidemiyolojik çalışmalar Türk erişkinlerinde de metabolik sendrom sıklığının çok yüksek ve giderek artma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Metabolik Sendrom Prevalansı (METSAR) çalışmasında 20 yaş ve üzeri Türk erişkinlerin; ATP III kriterlerine göre %33.9’unun (kadınlarda %39.6, erkeklerde %28), Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) kriterlerine göre %42.6’sının (kadınlarda %51.1, erkeklerde %33.9) metabolik sendromlu olduğu bildirilmiştir.

Metabolik Sendrom Sıklığı Neden Artıyor?

Metabolik sendrom sıklığının artmasında fiziksel inaktivitenin, sedanter yaşam tarzının ve aşırı beslenmenin tetiklediği abdominal obezite sıklığındaki artışın yanı sıra hipertansiyon, glukoz metabolizma bozukluğu ve dislipidemi gibi metabolik sendrom bileşenlenlerinin yüksek sıklıkta bulunmasının rolü olabileceği düşünülmektedir. PURE Türkiye Sağlık Çalışmasında Türk erişkinlerin hafta içi ve hafta sonu, kır-kent ayırımı olmaksızın günün yaklaşık 6 saatini oturarak geçirdiği ve günlük enerji alımının 2483.7 kcal gibi yüksek bulunduğu görülmüştür. Bu bulgular bozuk yaşam tarzının halkımızdaki metabolik sendrom ve abdominal obezitedeki artışta en önemli faktörler olduğunu düşündürmektedir.

Bel çevresinde durum ne?

Giderek artan veriler bel çevresi kalınlığının kardiyometabolik riskin en önemli prediktörlerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır. IDF kriterlerine (erkeklerde bel çevresi sınırı >94 cm, kadınlarda >80 cm alındığında) göre ülemizde bel çevresi kalınlığı sıklığı kadınlarda %73.8, erkeklerde %43.2 bulunmuştur .

Metabolik sendrom sıklığı hızla artıyor: nasıl önlem almalıyız?

Metabolik sendromun önlenmesinde ve tedavisinde yaşam tarzının düzenlenmesi en öncelikli ve etkili yaklaşım biçimidir.

Egzersiz: Düzenli egzersiz vücut ağırlığını ve yağ oranını azaltır, HbA1c, LDL kolesterol ve trigliseridleri düşürür, HDL kolesterolü artırır. Önerilen egzersizler arasında yüzme, bisiklet kullanma, tempolu yürüyüş ve koşu yer almaktadır. Bu amaçla orta yoğunluktaki bu egzersizlerin günde 30 dakikadan az olmamak üzere, haftanın çoğu günü, ideali hergün yapılması önerilmektedir. Diyabet Önleme Çalışmasında diyet ve orta-yoğunlukta bir fizik aktivite ile sağlanan %7’lik bir kilo kaybının metabolik sendrom gelişimini %41 azalttığı gösterilmiştir.

Beslenme: Beslenmenin düzenlenmesi yalnızca obezitenin tedavisinde değil, kan basıncı, glisemi ve lipid profilinin düzeltilmesinde, diyabetin ve kardiyovasküler komplikasyonların önlenmesinde de etkilidir. Doymuş yağlardan kısıtlı, kompleks karbonhidratlardan zengin diyet metabolik sendromlu kişlilerde önerilen bir diyet modelidir. Son zamanlarda Akdeniz diyeti gibi dengeli diyet modellerinin koroner kalp hastalığı ve farklı kanser türlerinin yanı sıra obezite, dislipidemi ve kan basıncı yüksekliği gibi metabolik bozuklukların sıklığında azalma ile ilişkili oldukları bildirilmektedir. Akdeniz diyeti sebze, meyve, baklagiller, zeytinyağı, ceviz, fındık, üzüm gibi liften, kompleks karbonhidratlardan ve tekli doymamış yağlardan zengin, doymuş yağlardan fakir bir diyettir. Akdeniz diyetinin vücut yağında azalmanın yanı sıra kan lipid profili (özellikle HDL kolesterol ve okside LDL kolesterolde), endotel fonksiyonu ve insülin direnci üzerinde olumlu etki gösterdiği, tromboz riskini azalttığı ve plazma homosistein düzeylerini düşürdüğü gösterilmiştir. Akdeniz diyetinin yaş, cinsiyet, fizik aktivite, lipid ve kan basıncı düzeylerinden bağımsız olarak MetS gelişimini %20 azalttığı ortaya konmuştur.

Sonuç:

Metabolik sendrom önemli bir halk sağlığı sorunudur. Türk erişkinlerinin yaklaşık üçte biri metabolik sendromludur ve kadınlarda oran daha fazladır.  Metabolik sendrom tedavisinde hedef gelecekteki tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalık gelişme riskini azaltmaktır. Bunun için dengeli beslenme ve fizik aktivitenin artırılmasını içeren sağlıklı yaşam bilincinin tüm topluma yerleştirilmesi en makul çözüm gibi görünmektedir.

CategoriesBlog

Hücresel Düzeyde İnsülin Direnci Nasıl Olmaktadır?

İnsülinin etkisini gösterebilmesi için pankreastan salgılandıktan sonra etkisini yapacağım hücrelere gidip bağlanması gerekir. İşte insülinin hücrelerdeki bağlandığı bu noktalara reseptör adı verilir. İnsülin direnci oluşumunda üç ana mekanizma rol oynar. Birincisi reseptör öncesi düzey, ikincisi reseptör düzeyi, üçüncüsüde reseptör sonrası düzeydir.

  1. Reseptör öncesi düzeyde direnç salgılanan insülinin bozuk olması, hedef dokularda kan akımının yetersiz olması gibi nedenlerle insülinin reseptöre bağlanırsa bile etki yapamaması veya yetersiz kan akımı sebebiyle reseptöre ulaşamamasıyla açıklanabilir.
  2. Reseptör düzeyindeki direnç ise reseptör sayısının azalması veya reseptörlerin genetik mutasyon sonucunda ortaya çıkar. Bu şekilde insülin ne kadar fazla salınırsa salınsın, hücreye bağlanamadığı için etkisini yapamaz.
  3. Reseptör sonrası düzeydeyse insülin normal bir şekilde gelir reseptöre bağlanır ancak hücre içine emir göndermesi gereklidir. Bu arada görevli bir takım sinyal kolunda bozukluk vardır. Sonuç olarak kan şekerini düşürücü etkisini yapamaz.

CategoriesBlog

Obezite Cerrahisi ile Tip 2 Şeker Hastalığı Cerrahisi Arasında Fark Var mıdır?

Obezite cerrahisinde İki mekanizmadan yararlanılır. Bunlardan birincisi hacim kısıtlayıcı mekanizma ikincisi ise hem kısıtlayıcı hem de ince barsaklardan emilimi bozucu mekanizmadır. Hacim kısıtlayıcı yöntemlerden ayarlanabilir mide bandı(kelepçe) günümüzde yarattığı komplikasyonlar nedeniyle çok nadir uygulanmaktadır.

Bugün hacim kısıtlayıcı ameliyat olarak en sık tüp mide ya da mide küçültme ameliyatı olarak Türkçe’ye çevirdiğimiz Sleeve Gastrectomy ameliyatını uygulamaktayız. Bu ameliyatın avantajı sindirim sisteminde yer değişikliği olmadığı için vitamin ve eser element ihtiyacı uzun vadede olmadığı için, daha fizyolojik sonuçlar elde edilmesidir. Emilim bozucu ameliyat olarak günümüzde en sık gastrik bypass dediğimiz ameliyat uygulanmaktadır. Bu ameliyatta aynı zamanda hem hacim kısıtlanır hem de emilim bozulur. Sonuç olarak etkili bir kilo kaybı sağlanırken uzun vadede vitamin ve eser element takviyesi gereklidir. Obezitenin tedavisi amacıyla ameliyat uyguladığımız bu hastalarda yandaş olarak şeker hastalığı varsa, %40-60 oranlarında düzelme sağlanabilmektedir.

Obezitenin ön planda olmadığı tip 2 şeker hastalığı tedavisinde kullandığımız metabolik cerrahi yöntemlerde ise ince barsak hormonlarının iyileştirici etkisinden yararlanılır. Günümüzde insülin direnci ve tip 2 şeker hastalığının ilkel çağlardan daha fazla görülmesi, sanayileşmeye paralel olarak rafine gıdalarla beslenmeye bağlıdır. Rafine gıdaların sindirimi ince barsağın mideye yakın olan 70-80 cm’lik jejunum bölümünde tamamlanmaktadır. İnkretinler dediğimiz insülin salınımını organize eden ince barsak hormonları ise kalın barsağa daha yakın olan ince barsak bölümünden yani ileumdan salgılanır. İleum bölümüne ulaşan sindirilip emilmiş gıdanın posası inkretinlerin salınmasını sağlayamamaktadır. Sonuç olarak insülin salınımını düzenleyen ileum hormonları ki bunlar GLP-1, peptid YY, oksintomodulin gibi hormonlar yeterince salınmamakta ve sonuç olarak insülin direnci ile devamında tip 2 şeker hastalığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla tip iki şeker hastalığının tedavisinde kullandığımız metabolik cerrahi yöntemlerde kalın barsağa daha yakın olan ince barsak kısmının mideye bağlanması, ve sonuç olarak insülin direncini kıracak olan ince barsak hormonlarının etkin bir miktarda salgılanması hedeflenmektedir. Bu amaçla transit bipartisyon ve ileal inter pozisyon ameliyatları yapılmaktadır. Tip 2 şeker hastalığı için metabolik cerrahi uygulanan hastalarda da düzelme oranları obezite cerrahisine göre çok daha yüksektir(%85-95).

Burada metabolik cerrahiden fayda görecek olan hasta seçimi çok önemlidir. Ameliyattan önce yaptığımız bir takım testlerle şeker hastası olan adayların metabolik cerrahiden fayda görüp görmeyeceğine karar verilir. Şeker hastalığının zarar verdiği hedef organlarımız başta göz, böbrek, kalp ve sinir sistemidir. Ameliyattan önce yapacağımız testlerle bu organlardaki hasarların geriye dönüp dönmeyeceği konusunda hastalarımıza bilgi verilir. O nedenle tip 2 şeker hastalığı olan bireylerin şeker hastalığı ile uzun yıllar yaşamamaları, bir an önce ameliyat olarak bu hastalıktan kurtulmaları gerekir.